Tuesday, November 27, 2012

Knicks Playbook'undan Bir Oyun

Yaklaşık 2 hafta önce Jared Dubin, Knicks'in playbook'undaki çok şık bir oyundan bahsetmişti. Pek çok Knicks maçında aynı oyuna rastlamak mümkün. Mesela dün geceki maçın en kritik anında veya Pacers maçında garbage time'da. Oyun şöyle:

I.
James White, Prigioni'ye pas verdikten sonra derinlemesine cut yapıp köşeye gidiyor.
II.
Chris Copeland, Novak ve Camby, Prigioni için perde yapıyorlar. (Top Prigioni'de. Henüz zikzaklı çizgi çekebilmeyi beceremediğim için düz ok yaptım :( )
III
Akabinde Copeland köşeye gidiyor, Novak kanada, Camby ise çembere. Prigioni'ye 3 farklı alternatif sunuyorlar. Tabii ilk opsiyon Novak.
Oyun gerçek zamanlı olarak şöyle görünüyor:
                       

Şimdi vereceğim örneği ben bulmadım. Bahsettiğim yazıda[1] gösterilmiş. Bu defa PG Felton. Yine Novak'a pas veriyor. Novak ise sol köşede bekleyen JR Smith'in adamı kendi üstüne gelince ikinci pası yapıyor ve dip çizgiden 3'lük geliyor.
                                                  

Ve dün akşamki Nets maçı. Aynı oyunu normal sürenin bitimine 1 dakika kala, mola dönüşünde yine oynadılar. Bu defa kanatta Novak değil, Carmelo var. Fakat rakip savunmanın dikkati Melo üstüne yoğunlaştığı için PG (Felton), perdeleri kullandıktan sonra kendisi şut gönderiyor. Brook Lopez, çembere devrilen Tyson Chandler'ı, Felton'ın şutunu bloklamak adına boş bıraktığı için takip smacı gelebilirdi ama Gerald Wallace son anda yetişiyor.
                       
_____________________________________________________
[1]Dubin'in Hoopchalk'taki analizi enfes. Koçluk kariyeri boyunca izolasyona bağımlı (Joe Johnson, Melo) bir hücum benimseyen Mike Woodson'un bu sene Knicks'e oynattığı geniş hücum repertuarından bahsetmiş; 3'lük yayı etrafında hızlı paslar, drible hand-off'lar, off-ball screen'ler, ardı arkası kesilmeyen pick&roll'ler... Meraklıları kaçırmasın.

Monday, November 26, 2012

Wilt, 1962

(Gary M. Pomerantz'ın "Wilt, 1962: The Night of 100 Points and the Dawn of a New Era" isimli muhteşem kitabından bölük pörçük çeviriler)
Maç bitimine 1 dakika 25 saniye kala, Hershey'li çocuklar bağırışıyorlardı: "Topu Wilt'e ver! Topu Wilt'e ver!" Wilt Chamberlain, her adımda daha da güçlenen bir doğal afetmişçesine rakip sahaya koşarken, herkes onun eşsiz olduğunu idrak ediyordu.

Adeta basketbolu domine etmek için yaratılmış, vücut ve egonun mükemmel bir harmanıyla doğmuştu. Egosu, tüm hayatına sirayet etmişti: Bir NBA maçında 100 sayı atmak... Yalnızca canı istediği için 100 sayı atmış olamazdı; çok daha derinlerde buna muhtaçtı muhtemelen. Bir rakibi, yani bütün spor dalını kendi iradesine boyun eğdirmek ve bunu yalnızca kendisinin başarabileceğini göstermek onun için bir ihtiyaçtı.

100 sayının ifade ettiği sembolik sihri görmezden gelemeyiz. Medeniyetimizde 100 sayısına ne anlamlar atfettiğimizi düşünün; bir asır, hayal edilebilecek en uzun hayat, sınavda elde edilebilecek en iyi sonuç... 100 sayı atmak, mesela 97 sayı atmaktan tamamen farklı anlamlar içeriyordu. 100 sayı, adeta bir abideydi.

Yazarlar, oyuncular, koçlar... Hepsi genç Wilt'in böyle bir gece yaşayabileceği kehanetinde bulunmuşlardı. Chamberlain, tek kişilik bir devrime benziyordu çünkü. Hâlâ beyazlara ait bir lige girmiş, oyunu çemberin üstüne taşımış ve kendi oyunu haline getirmişti. Tamamen bireyci olduğunu söyleyebiliriz; yaptığı sporu, kadınları ve en çok da kendisini sevmiş bir alpha male... 1961/62 sezonunda 50 sayı ortalamayla oynarken, kehanetler de gittikçe büyüyordu. Dönemin zavallı pivotları, Chamberlain kadar çevik, güçlü ya da uzun olmadıkları için basetbol sahasında aciz kalıyorlardı.

2,15 boyunda, 125 kilo ağırlığında bir dev hayal edin... Sımsıkı gövdesi henüz ağırlık antrenmanlarıyla şişmemişti. Sırtı zarif bir kavisle aşağı uzanıyor, dansçıları kıskandıracak 75 cm'lik beline gelip son buluyordu. Dolph Schayes'in diyeceği gibi, Tanrı'nın basketbol için yarattığı en mükemmel enstrüman.

1962 kışında, basketboluyla değil çikolatalarıyla ünlü bir kasabada, maçın bitimine 1 dakika 25 saniye kala büyüleyici bir güç gösterisi sahneleniyordu. Warriors guard'ı York Larese fastbreak'i sürüklüyor, üç takım arkadaşı mükemmel bir kareogrefiyle rakip potaya ilerliyor ve arkalarından, yalnızca 12 adımda tüm sahayı kat eden Chamberlain koşuyordu.

Hershey Sports Arena'daki koltuklarını terk edip sahaya yaklaşan çocuklar hep bir ağızdan bağırıyorlardı: "Topu Wilt'e ver! Topu Wilt'e ver!" Warriors koçu Frank McGuire da aynı kelimeleri haykırmakla meşguldü.

Larese çembere yaklaştığı anda topu yukarıya fırlattı. İvmeyle sahanın dışına çıkacak, dengesini bulup arkaya döndüğündeyse donup kalacak ve şahit olduğu manzarayı asla unutamayacaktı. Daha önce basketbol sahasında eşi benzeri görülmemiş devasa bir kütle yükseliyor, yükseliyor, yükseliyordu. Chamberlain, kollarını havaya kaldırıp sıçrıyor, göğsündeki "PHILA 13" yazısı parlarken neredeyse 4 metre havadaki topu yakalıyor, çemberin onlarca cm üstünden vahşetle smaç basıyordu. Her şey bir saniye içinde gerçekleşmişti.

Çemberden geçen top parkelerden sekip tekrara havaya fırladığında spiker David Zink'in sesi yankılanıyordu: "That's nine-tee-eigghhhttt!"
---

1960'larda NBA salonlara seyirci çekmekte zorlanıyor, bazen yeni taraftarlara ulaşabilmek için maçlar şehir dışındaki kasabalarda oynanıyordu. O gece Hershey'e gelen Knicks ve Warriors kadroları, yüzyıl ortasındaki Amerikan erkek nüfusunun küçük bir vesikasına benziyordu. Babalarının Eski Dünya'ya ait soyadlarını (Mechery, Larese, Radovich) ya da eski deniz piyadelerinin isimlerini (Arizin, Guerin, Green) taşıyan bu genç adamların çocuklukları, Büyük Buhran ve İkinci Dünya Savaşı gölgesinde şekillenmişti. Babaları demiryollarında, kömür madenlerinde, inşaatlarında çalışmışlardı. Hatta içlerinden birinin ailesi Ekim Devrimi'nden sonra Beyaz Ruslarla beraber Bolşeviklere karşı mücadele etmişti.

Chamberlain'in 100 sayılık maçı, Pennsylvania Dutch Country'de eski püskü bir spor salonunda oynandı. Birkaç sokak ötede Milton Hershey'nin meşhur çikolata fabrikasından sızan tatlı dumanlar gökyüzüne yayılıyordu.

Televizyon kamerası yoktu. New York basınından kimse gelmemişti. Yalnızca iki fotoğrafçı maçı takip ediyordu; biri ilk çeyrek bitmeden salondan ayrılmış, diğeriyse birkaç fotoğraf çekmişti.

Maça 4124 seyirci katılmış, neredeyse 4000 koltuk boş kalmıştı.

Eve dönüş yolculuğunda Warriors otobüsü Amish köylerinin içinden geçerken Chamberlain'in takım arkadaşları, gecenin derinliklerinde kandil ışığıyla kağnısını süren bir adam gördüler. Chamberlain bu manzaraya asla şahit olamayacaktı. Aynı saatlerde yepyeni bir Cadillac'la Harlem'de işlettiği gece kulübüne[1] gidiyordu. Duş almış, yorulmuş ama hala neşesini kaybetmemişti. O gece Big Wilt's Smalls Paradise'da ışıklar 4'e dek sönmeyecekti.
NBA camiasında Chamberlain'in 100 sayısı farklı tepkiler yarattı. Laker Frank Selvy, kolej yıllarında Furman formasıyla 100 sayıya ulaştığını anlatıyordu: "Ben de 100 sayı atmıştım, üstelik smaç bile basmadan." Takım arakadaşı Tom Hawkins ise Selvy'e kolej ile NBA'in karşılaştırılamayacağını söylüyordu. Syracuse Nationals'ın iki oyuncusu, Dolph Schayes ve Red Kerr, hayretler içinde Knicks-Warriors maçının skor tablosuna bakakalmışlardı. Kerr, şaşkınlığını gizleyemeyerek sessizliği bozdu: "Wilt Dünya'da en kötü serbest atış kullanan insan ama 28/32 isabet kaydetmiş."

Bob Cousy haberi duyduğunda küçümsemekle yetinecekti: "Muhtemelen maç kontrolden çıkmıştır. Tıpkı benim 28 asist yaptığım, takım halinde Minneapolis'e karşı 179 sayı attığımız maçta olduğu gibi." Red Auerbach ise kahkaha atıp "karşısında kimse yoktu," demişti: "Benim 1,65 boyundaki adamlara karşı oynamamdan ne farkı var? Tek yapmam gereken şey, top bana geldiğinde dönüp çemberin içine bırakmak." Celtics'in pivotuysa tamamen farklı düşünüyordu. Satch Sanders, maçtan bir gün sonra St Louis'de Bill Russell'ın gülümseyerek mırıldandığını görecekti: "Koca adam sonunda başardı."
________________________________________________________________
[1]Fiyakalı bir araba, bir yarış atı (Spooky Cadet), ülkenin iki yakasında lüks daireler... ve Malcolm X'in de çocuk yaşlarda garson olarak çalıştığı meşhur bir gece kulübü: Big Wilt's Smalls Paradise. Warriors'ın sahibi Eddie Gottlieb, Chamberlain'i mutlu etmek için Hopkinson House'da üç yatak odalı, Birleşik Devletler'in kurulduğu Independence Halle'e tepeden bakan muhteşem bir daire kiralamıştı. Artık Chamberlain, 1790'larda George ve Martha Washington'ın sekiz Negro köleyle beraber yaşadığı malikaneye komşu olmuştu.

Thursday, November 22, 2012

Grizzlies Hakkında Notlar

Kendilerine uygun yapıda (kadro, koç, sistem...) oynayan basketbolculalar tüm yeteneklerini azami seviyede kullandıklarında, yeteneklerinin toplamını aşarlar. Mike Conley bu transandantal süreçten geçiyor. Kariyerinin en çok asist yaptığı (6,5), en çok 3'lük attığı, en yüksek saha içi isabet yüzdesiyle oynadığı (%48) ve en çok skor ürettiği (14,5) sezonunu geçiriyor. Belki de hepsinden önemlisi ligde en etkili pick&roll oynayan guard'lardan birine dönüştü. Marc Gasol'le beraber oynadıkları ölümcül pick&roll'leri etkisiz hale getirmek neredeyse imkansız.

Gasol. Ligin en iyi uzun pasörü olabilir. Uzunlar arasında en önemli hücum komutanı olduğuna şüphe yok zaten. Post'ta topu aldığında hem yay etrafındaki oyunculara, hem backdoor cut yapanlara, hem de Z-Bo'ya pas verebiliyor. Hatta PnR oynarken 3'lük çizgisinin gerisindeki şutörleri bulabiliyor (Uzun oyuncu bahsettiklerimi yapınca tüm rakip savunma alabora oluyor zaten.). Grizzlies hücumlarında oyuncular sürekli cut yaptığı için Gasol'un özellikle perdeleri de hayatî öneme sahip (Hatta twitter'da "Yalnızca Gasol'un perdelerinden oluşan bir video hazırlayıp loop'a atmak istiyorum" yazmıştım.). Nihayet Grizzlies'in resmi hücum merkezi olduğunu anlatabilmek için istatistiklere bakmak bile yeterli; bu sezon hem sayı, hem de asist departmanlarında NBA kariyerinin zirvesine çıktı.

Rudy Gay hücum merkezi görevini Marc Gasol'e, ilk skor opsiyonu ünvanınıysa kısmen de olsa Randolph'a teslim etmeyi kabul etmiş görünüyor. Geçen sezonlarda sürekli izolasyon oynar; düşük yüzdeyle isabet kaydetmesi bir yana, takımın hücum ritmini bozardı. Hâlâ takımın en çok şut kullanan oyuncusu. Maç başına yalnızca %43'le tam 18 şut atıyor. Fakat bu sene iso yerine topsuz koşular ve perdeleri kullanarak topla uygun pozisyonda buluşmaya gayret ettiğini söyleyebiliriz.

Randolph, artık Grizzlies'in en önemli skor opsiyonu. Ne kadar olgunlaştığından bahsetmeme pek gerek yok. Bu hafta Randolph hakkında çok güzel yazılar vardı zaten; mesela Grantland'de Jonathan Abrams'ın şahane makalesi ya da Kevin Pelton'ın küçük yazısı. Z-Bo'nun hayatını çocukluk senelerinden Jail Blazers'a, Isiah'nın inşa ettiği Knicks felaketinden Grizzlies'e dek takip etmişler. Basketball Jones ise Randolph'un birkaç sene önceki kafa yapısından bahsederken benim de kendimi kaptırdığım ruh hâlini çok güzel anlatmış: "Sanki Şükran Günü için Z-Bo'nun aile evine gitmiş ve annesinden Z-Bo'nun çocukluğuna dair garip hikayeler dinler gibiyiz."
                                                 
Zaten Grizzlies'in savunmada neler yapabildiği malum (tam saha baskı, boyalı alanda uzun ve kalıplı oyuncular...). Esas fark, hücumda tüm parçaların yerine oturması. Geçen sezon 100 pozisyon başına en fazla sayı bulan yirminci ekiptiler, bu sene aynı istatistikte beşinci sıraya yükseldiler[1]. Hücumlarındaki iki önemli eksiği büyük ölçüde kapamış görünüyorlar. Geçen seneye göre hem +3,5 3'lük deniyorlar, hem de daha fazla asist yapıyorlar (+2). Tabii son iki istatistiğin esas kahramanı belli: bench. Jerryd Bayless %44'le 3'lük atıyor. Wayne Ellington, Quincy Pondexter (ve Mike Conley) kariyerleri boyunca en fazla 3'lük kullandıkları sezonu yaşıyorlar. Üstelik saydığım 3 oyuncu asist departmanında da zirve yapmış haldeler.

İyi koç önderliğinde tüm parçaların birbirini tamamladığı, takımın toplam gücünün oyunculardan fazla olduğu[2], hem savunmada hem de hücumda önüne gelen herkesi alt edebilecek bir ekibe dönüştü Grizzlies. Knicks, Clippers... Sezonbaşı sürprizleri arasında şampiyonluk iddiasının altını en kuvvetli şekilde doldurabilecek takım şu an için Grizzlies gibi görünüyor.
__________________________________________
[1]100 pozisyon başına atılan/yenilen sayı istatistiklerinde Basketball-Reference'i referans alıyorum.

[2]Phil Jackson meşhur kitabı Sacred Hoops üstüne yapılan bir röportajda şöyle söylüyor: "Bir basketbolcu kendi arzularını bastırabildiğinde, basketbolcu olarak sahip olduğu tüm yetenekler ortaya çıkar. Hiçbir şutu zorlamaz, repertuarında olmayan hareketleri denemez, kendi varlığını takıma dayatmaz. Topu elinizde 3-4 saniyeden fazla tutmak sizi odak noktası haline getirir ve belli bir odak noktası oluştuğunda takım yapısı çöker; rakip savunma sizi yakaladığı için alan paylaşımınız anlamını yitirir. Yani aslında bencillik yapmamak takım ruhu anlamına geliyor. Takımın bir parça, bir vücut, bir enerji halinde var olabilmesi de diyebiliriz. Çok garip ama oyuncular kendi yetenekleri doğrultusunda oynadıklarında takım, yeteneklerin toplamını aşar."

Sunday, November 18, 2012

30 Küsür Senelik Garip Posterler

Nike'nin 70 sonları ve 80 başlarında yaptığı efsanevî posterlere daha önce rastlayanlarınız olmuştur muhtemelen. Sporcuları ve özdeşleştikleri nick'leri kullanarak tam anlamıyla fantastik işlere imza atmışlar. Türkiye'de de vaktiyle benzer mizansenler kullanan gazeteler olduğunu biliyoruz. İskender'i altın miğferli Büyük İskender, Fatih'i başına sarık sarmış Fatih Sultan Mehmet ve Selahattin'i at üstüne binmiş Selahaddin Eyyubi olarak gördüğümü hatırlıyorum. 

Exodus: 14; 21 ...ve Musa basket topu deryasını ikiye ayırdı.


Darrell Griffith, nam-ı diğer Dr. Dunkenstein
Griffith'in eşsiz dikey sıçrama (vertical leap) kabiliyetini yalnızca David "Skywalker" Thompson ya da Blake Griffin gibi olağanüstü atletlerle kıyaslayabiliriz. Tıpkı Skywalker gibi kısa boylu olduğu için havada asılı kalmış gibi görünür, tüm smaçları estetik haz verirdi. Üstelik lige girdikten birkaç sene sonra 3'lük çizgisinin gerisinden de en fazla isabet kaydeden isimlerden birine dönüşmüştü. Maalesef sakatlıklar sebebiyle kariyeri gittikçe sönecek, asla all-star onuruna erişemeyecekti.


Whoaa! George Iceman Gervin buzdan tahtına oturmuş, bacak bacak üstüne atıp kollarını asaletle iki yana dayamış, cool bir tebessümle kameraya bakıyor. Diğer posterler güzel olmaktan çok komik ama bu tek kelimeyle muhteşem. Zaten şu an evimdeki tek poster. Nereden aldığımı da bilmiyorum üstelik (Muhtemelen herhangi bir ürünün yanında hediye olarak gelmiştir.). Geçen sene şans eseri evde buldum ve duvara astım.


Kırık pota, LoveTron (Dawkins LoveTron isimli gezegenden gelen bir uzaylı olduğunu iddia etmişti), kısa şortlar, kısa şortlar, kısa şortlar...

Darryl Dawkins yaptığı smaçlarla, kırdığı potalarla, fantastik beyanları ve renkli gece hayatıyla NBA'in gördüğü en çılgın adamlardan biri. Unutmadan, yaptığı muhteşem smaçlardan bazılarına isimler verirdi; mesela "Go-rilla" ya da "In your face-disgrace" ya da Mama shakin' rim breakin' ya da "lost my job, got it back, hit my boss" ya da "if you ain't groovin' best get movin' Chocolate Thunder flying, Robinzine cryin, teeth shaking, glass breaking, rump roasting, bun toasting, Wham-Bam-I'm a Jam" ... gibi.


Norm "the Storm" Nixon
Çizgi-romanvâri bir posterle Lakers günlerinin keyfini çıkarmaya devam eden all-star apoletli point guard. Birkaç sene sonra takıma Magic Johnson gelince topa hükmetme lüksünü yitirecek ama oyun kurucu olmasına rağmen Magic'le beraber sahaya çıkıp iki şampiyonluk (80 ve 82) kazanacak.

Görüntü kaliteleri pek iyi değil ama şurada pek çok poster daha var. Meraklılarına.

Friday, November 16, 2012

Haberler... Haberler...

10+
Rondo son 32 normal sezon maçında 10+ asist yaptı. Bu alanda yalnızca iki ismin gerisinde: John Stockton (37) ve Magic Johnson (44). Dün gece oynayamadı ama serisi devam ediyor.

Bu arada başka bir istatistiğe daha denk geldim. Üst üste en fazla normal sezon maçında 11+ asist yapma rekorunu ele geçirmiş Rondo. Stockton'ın 27'lik serisini bir maçla geçip bu alandaki rekoru 28'e getirmiş (11+ serisi geçen hafta sona erdi.).

Bynum'ın Saçları

Kobe
Gündem meşgul olduğu için kimseye konuşacak pek fırsat kalmıyor ama sezonun underrated hikayelerinden biri de Kobe'nin oyun tarzındaki şahane değişim. Lig tarihinde en fazla imkansız şut deneyen süper yıldız Kobe olsa gerek; uzun mesafeli fade away'ler, 3'lük çizgisinin gerisinden pull up jumper'lar, ikili sıkıştırmalara karşı el üstü şutlar... Fakat bu sezon sürekli azami verim alabileceği tercihi kovalıyor, toplu buluştuğu anda iyi şut atabileceği spotlar arıyor. 1998/99'dan beri ilk kez maç başı kullandığı şut sayısı 17'ye indi zaten (Geçen sene 23).

Mesela geçen sezon tercihlerinin %28'ini izolasyonlar oluşturuyormuş; bu sene aynı istatistik %17'ye indi. Yaşlanmasına rağmen son 4 senedir maç başına en fazla çember altından şut kullandığı seneyi yaşıyor. Kariyer şut yüzdesi %45, bu sezon %55. Kariyer 3'lük yüzdesi %34, bu sezon %44. Hatta kariyer serbest atış yüzdesi %84, bu sezon %92.

2006'da son 20 yılın en ihtişamlı skorer performansına imza atmış bir süper yıldızdan bahsediyoruz. Kariyerine farklı bakış açılarından göz gezdirince çok daha etkileyici dönemlere muhakkak rastlayabiliriz. Fakat 17 senedir böylesine bilgece oynadığına şahit olmamıştım.

ps. Kobe&Howard hariç Lakers oyuncularının şut yüzdeleri: Hill %47, Pau %40, MWP %37, Jamison %37, Blake %35, Morris %34, Nash %33, Meeks %27, Ebanks %23

D'Antoni
Mitch Kupchak, D'Antoni'yi Los Angeles şehrine takdim etti. Değneklerle yürüyebilmesine rağmen çok rahat ve pozitif görünüyordu. Açıklamalardan öne çıkanlar:

*Kabul edilebilir yegane başarı kriterinin şampiyonluk olduğunu biliyor: "Bu uzun vadede sonuçlanacak bir proje değil. Hemen kazanmak için buradayız."
*Bol bol hücum edeceklerini ve hücumun sürekli akacağını söyledi: "En iyi kadro sizdeyse pozisyonları azaltmaya değil, çoğaltmaya çalışırsınız." Tercüme: Hücumlar 7 saniyede bitmeyecek, sürekli yarı sahadan yarı sahaya koşmayacağız ama tempolu hücum edeceğiz.
*110-115 sayı atmaları gerektiğini söyledi. Tercüme: Dizim için kullandığım ağrı kesicilerin etkisi altındayım.
*Her oyuncuyu kendi özelliklerine göre kullanmaya gayret edecek.
*Mesela Jodie Meeks'ten ne istediğini kendisine çok net söylemiş: "Ne zaman şut atmanı istiyorum biliyor musun? Top sana geldiğinde." D'antoni şöyle devam ediyor: "NBA'de olmasının sebebi belli. Asist yapmasına, top sürmesine gerek yok." Zaten Meeks'in shotchart'ına bakınca yegane yeteneğinin kanattan 3'lük atmak olduğu belli.
*Steve Blake'i eskiden beri sever, sistemine uygun görürmüş. Meeks, Ebanks, Blake, Hill ve hatta Jamison gibi bench oyuncularının daha iyi performans göstereceğini tahmin etmek güç değil. Zaten şu anki tablodan kötü olmaları imkansız.
*Showtime-vari basketbol oynamak istediğini söyledi. (Magic Johnson esprileri)
*Motown dinliyormuş.

Clash of Titans
2011 playoff'larında Z-Bo, Perkins için "beni tutmak için fazla yavaş" demişti: "Tek şansı bana faul yapmak." Geçen akşam mazilerine yeni bir sayfa eklendi. Birbirlerini döveceklerini iddia ettikten sonra oyundan atıldılar. Tartışma soyunma odalarına taşınmış. Hatta fiziksel münakaşaya girdiklerine, polis ve güvenlik görevlilerinin ikiliyi zor ayırdığına dair rivayetler de vardı. Fakat birbirlerine fizikî müdahalede bulunmadıkları ortaya çıktı.

Wednesday, November 14, 2012

Popovich'in Çizdiği Mükemmel Oyun

Birkaç saat önce Spurs Lakers'ı mağlup etti. Neredeyse tüm seyirciler son pozisyonda topu Parker'ın kullanacağını, en azından 3'lük denemeyeceklerini düşünmüştür herhâlde. Fakat Popoviç mükemmel bir oyun çizerek Danny Green'in boş kalmasını sağladı. "Çizdi" diyorum ama playbook'larında aynı oyun vardı zaten. Geçen sene de kullanmışlardı. 

Birkaç saat önce biten maçın galibini tayin eden oyun şöyle:
                       


I
Tony Parker topu rakip sahaya getiriyor. Tim Duncan tepeye geliyor. Stephen Jackson boyalı alanın sol bloğunda. Danny Green sol kanatta. Kawhi Leonard ise weak side'da 3'lük çizgisinde.

Tony Parker Duncan'a pas veriyor.


II
Leonard ve topu süren Duncan birbirlerine doğru hareketleniyorlar. Stephen Jackon ise sağ bloğa gidiyor.


III
Duncan, topu Leonard'a veriyor (dribble hand-off). Bu sırada Green, Jackson'ın adamını (Gasol) perdelemeye gidiyor. Jackson da tekrar sol bloğa cut yapıyor. Gasol Green'in perdesine takılınca, Jackson'ı tamamen boş bırakmak istemeyen Kobe bir saniyeliğine duraksıyor (Oyun şu an Jackson'ın boş kalması üstüne çizilmiş gibi görünüyor zaten.).


IV
Gasol, Jackson'ın peşinden koşmaya başladığında Duncan, Green için perde yapmaya gidiyor. Green de perdeyi kullanıp 3'lük çizgisine gidecek.


V
Howard öyle bir noktada durmak zorunda kalıyor ki, Duncan yerine bizzat kendisi Kobe'yi perdelemiş gibi oluyor. 3'lük pozisyonuna giden Green, Leonard'ın pasını alıyor ve... basket.

Geçen Seneki Örnek
Birkaç saattir internette geziniyorum. Hâlâ kimse fark etmemiş ama Popoviç 18 Ocak 2012'deki uzatmalı Magic maçında bu oyunu ilk kez kullanmıştı.
                                                
Bu defa 3'lüğü atan Gary Neal. Weakside'da başlayıp, topu Duncan'dan alan ve nihayetinde asisti yapan isimse Dany Green. Oyunun analizini 10 ay önce Sebastian Pruiti[1] yapmıştı (Geçen sezon boyunca özellikle dikkat ettim ama bir daha kullandıklarına rastlamadım.). Çok beğendiğim için aklımda kalmış[2].
________________________________________
[1]Maç esnasında fazlasıyla agresif tweet'ler gönderebiliyordu ama yaptığı analizlerle basketbola bakışımı geliştirmiş yazarlardan biri olduğunu itiraf etmeliyim. Şu sıralar OKC'de çalıştığı için yazı yazmıyor (Kendisi için iyi, bizim için kötü haber.). Pruiti, Clark ve başka birkaç koçun ara ara yazdığı nbaplaybook.com da kapanmış üstelik.

[2]Sabahın köründe maç özetinden screenshot alıp paint'te tek tek ok çizerken insan kendini Zach Lowe fln gibi hissediyor. Fakat çizgileri çizmenin daha kolay bir yolunu bilip de söylemiyorsanız bu satırın sonuna bol bol küfür ekleyin.

Monday, November 12, 2012

Laker Drama 2012/13; Perde I

Mike Brown Neden Kovuldu?
Birkaç maçın ardından koçu kovmak, Akdeniz ülkeleri için neredeyse bir ritüel. Fakat Mike Brown'ın kovulması, NBA'de alıştığımız koç sirkülasyonuna aykırı bir örnek. Tabii Lakers'tan bahsediyoruz; basketbol takımından çok reality show'a benzeyen bir camiadan.

Sezon başında Princeton Offense uygulama kararı almışlardı. Alan paylaşımı, topsuz oyun ve paslaşma üstüne kurulu olan bu hücum sistemini şu ana dek becerebildiklerini söylemek imkansız. Fakat uzun vadede işler değişebilir miydi? Elbette. Eğer kadronuzda ligin en önemli defansif gücü[1], ligin en yetenekli uzunu, en cüretkar hücumların point guard'ı ve Kobe varsa beceremeyeceğiniz hiçbir hücum sistemi yok.

Zaten takımın Princeton Offense'e muhtaç olmamasının temel sebebi de bu. John Stockton'la beraber lig tarihinin en iyi pick&roll oynayan guard'ı (Nash) ve son yılların en iyi potaya devrilen oyuncusuyla (Howard) PnR oynamak kadar doğal bir şey yok. Şimdi mikrofonları Mike Brown'a çeviriyoruz: "Phoenix senelerce pick&roll oynadı. Pek çok maç kazandılar ama mayıs ayında ne yapabilmişlerdi?[2]" Bravo Mike. Geçen sezon boyunca Lakers hücumlarını Kobe'nin izolasyonlarına mahkum eden bir insan olarak son yılların en önemli hücum şefine laf atmış oldun. Unutmadan, artık kendisi senin oyun kurucun.
Mike Brown'ın abuksubuklukları bitmiş değil. Lakers bench'i zaten zayıf ama Brown olabilecek en saçma rotasyonları kullandığı için zerre katkı alamıyorlardı. Ebanks, Nash'in sürüklediği hızlı hücumlarda ideal bir kanat oyuncusuna dönüşebilir ama Brown Ebanks'le ne yapmak istediğine bile karar verememişti. İlk 5 başlattığını da, bench'ten kaldırmadığını da gördük. Keza Jordan Hill. Kadroda beraber oynayabileceği en son insan Dwight... ve Howard&Hill ikilisi beraber sahada duruyordu[3]. Matt Barnes gibi birkaç alanda vasat üstü performans gösterebilen oyuncular, Jodie Meeks gibi tek iyi özelliği (kanattan 3'lük) olan oyuncular, atlet gençler, veteranlar... Mike Brown bahsettiğim tüm oyunculardan minimum seviyede katkı alabilmişti.

5 maç sonunda Princeton'dan vazgeçen yönetim haliyle coaching staff'ı da değiştirme kararı aldı. Tabii bunu Jim Buss'ın açıklamalarından ("Mike Brown'la hiçbir sorunumuz yok") yalnızca bir gün sonra yaparak bir kez daha Lakers usulü bir performansa imza atmış oldular.

Zen Master değil D'Antoni
Phil Jackson emekliye ayrıldığında ayağa kalkacak enerjisi bile kalmamıştı. Lakers Mavericks'e süpürülünce bir daha asla koçluk yapmayacağını düşünmüştüm. Hatta geçen akşam Staples Center "We want Phil" tezahüratıyla yankılandığında bile pek ihtimal vermiyordum (Üstelik Jim Buss Zen Master'ın tüm yardımcılarını, antrenörlerini göndermiş, artık üçgen hücuma değil iyi bir savunma takımına muhtaç olduklarını söylemişti. Emekliye ayrılan efsanevî koçsa oğul Buss ile aralarında problemler olduğunu itiraf etmişti.) ama haber siteleri sürekli güncelleniyordu: "Lakers Phil'i istiyor... Jackson'ın tüm şartlarını kabul etmeye hazırlar..." 24 saat öncesine dek Phil Jackson'ın yeni Lakers koçu olacağı, hayatı boyunca yarışmacı alanlarda öne çıkmış yüzlerce isim gibi emekliliğe dayanamayacağı düşünülüyordu. Hatta coaching staff'ın şekillendiğini iddia edenler bile vardı[3].

Tahmin edilebileceği gibi pek çok istekte bulunmuştu; uzun deplasman turlarına katılmamak, şu an Pacers'ta asistan koç olan Brian Shaw'ın tazminat ödenerek Los Angeles'a getirilmesi (ve muhtemelen rakip salonlarda bizzat koçluk görevini üstlenmesi), senelik 8 haneli maaş ve hepsinden önemlisi Jim Buss'la Mitch Kupchak'in kontrolü kendisine bırakması. Hakikaten istekler çok çok fazla ama teklif götürmeden önce çoğunu tahmin etmek güç değil.

Lakers yönetimi Phil Jackson'a pazartesi gününe dek karar vermesi için süre verdi ve ekledi: "Eğer istersen görev senin." Fakat Pazar günü bitmeden D'antoni'yle anlaştılar. Salona gelen taraftarları, Los Angeles'taki tüm medyayı, internetteki her Lakers forumunu heyecanlandırdıktan sonra yaptılar bunu[4]. Yönetimin düşüncelerini anlamak zor değil. Jim Buss'ın çok istediği Showtimevâri basketbolu en rahat oynatabilecek koçla anlaştılar. Buss hem kendi otoritesinden vazgeçmek, hem de yaz aylarında Howard ve Nash'i takıma katan menajerininin rolünü küçültmek istemiyor. Phil Jackson'a otoriteyi teslim edeceklerdi (ismini vermek istemeyen bir yönetici Phil Jackson'ın dünyaları istediğini söylemiş.) ama D'Antoni'nin savunma koçu istememek gibi sıradışı isteklerine karşı çıkabilecekler. Ve tabii ki çok daha az para ödeyecekler. Fakat Mike Brown'ı kovarken yaptıkları nahoş üslubun aynısını Phil Jackson vakasında da kullanmış oldular. Hmpf.
Jackson'ın ideal figür olsa bile ideal isim olmadığını düşünenler vardı zaten. NBA'le ucundan kıyısından ilgilenen hemen herkesin bildiği gibi üçgen hücumda oyun kurucunun işlevi asgari seviyeye çekilir. Jackson'ın sisteminde Steve Nash, yalnızca mükemmel bir 3'lükçüye dönüşecekti. Üstelik Howard'ın Triangle Offense'i sezon ortasında öğrenebilmesi neredeyse imkansız. Sağlığı sebebiyle Zen Master'ın en fazla 2 sene daha çalışabileceğini söylemedim bile. Peki D'Antoni ideal isim mi? Hayır. Neden? Çünkü o, Lin'i görememişti[5]. Eheh. D'Antoni defoları olan bir koç ama Lakers'ın belki de en önemli özelliğini (Nash&Howard) azami seviyede kullanacak. Mesela Jodie Meeks'i hayata döndürecek. Kobe'nin küçüklüğünden beri saygı duyduğu bir isim olduğu için takımın en önemli güç odağıyla problem yaşamayacak. Yaşlı Lakers 5'iyle ve atletik olmayan bench oyuncularıyla sürekli 7 saniyede hücum bitirmek gibi bir çıkmaz sokağa gireceğini de sanmıyorum.

Tabii kadroda yeterince 3'lükçü yok, bench rezalet, Howard formsuz olduğu için savunmaları korkunç, Kobe yalnızca spot up şutör değil... Batının iddialı takımlarına karşı saha avantajını elde edemezlerse (ve sezon ortasında Kupchak bikaç[6] tane iyi  bench oyuncusu bulamazsa) Lakers'ın şampiyon olması benim için hala pek mümkün görünmüyor (D'Antoni'nin takımına karşı şut bombardımanı yapan OKC kısalarını hayal edin.). Fakat en azından gereksiz yere Princeton Offense için aylarca debelenmekten kurtulmuş oldular.
___________________________________

[1]Dwight hem ligde en iyi çember savunan isim, hem de toplamda (hız, güç, istikrar...) geçen seneki ekürisinden (Bynum) çok daha önde. Üstelik Howard mükemmel bir pasör değil ama Bynum gibi bir kıyamet alameti olmadığı da malum. Bynum kalmış olsaydı, Princeton Offense için anti-Christ gibi bir figüre dönüşecekti muhtemelen.

[2]6 senede 3 konferans finali. Üstelik 2000'lerdeki Batı Konferansı tarihin en çetin konferansı bile olabilir. Ha bi de Princeton Offense'le şampiyon olabilmiş NBA takımı sayısı kaç? İpucu vereyim, 1'den az.

[3]Phil Jackson - Zen Master, Kurt Rambis - comic relief (via Weakside Defense), Scottie Pippen - kimyager...

[4]Belki de hepsinden önemlisi kadrodaki oyuncuları heyecanlandırdılar. Kobe ve Gasol Phil Jackson'a duydukları saygıdan bahsettiler. Dwight Howard, Phil Jackson'ın en iyi tercih olduğunu söyledi. Howard'dan kime ne, demeyin. Sezon sonunda serbest kalma ihtimali olduğu için Lakers yönetimi bu gebeşin sesine de kulak verdiğini göstermek istiyor. 

[5]Kaan Kural twitter'da "bu neyin kafası" demiş zaten.

[6]Rasheed Wallace, Antawn Jamison'dan daha iyi görünüyor şu an.

Thursday, November 8, 2012

Popoviç Başkanlık Münazarasına Katılırsa

-İsrail ve Filistin arasında imzalanacak bir barış anlaşması hakkında ne düşünürdünüz?
+Güzel olurdu.
- ...
+ ...
-Tamam, devam edelim. Geçtiğimiz 4 sene içinde Birleşik Devletler, Ortadoğu üstündeki etkisini kaybetmiş gibi görünü...
+Bu senden gelen bir uzman raporu mu? Artık uzman mı oldun?
-Gece yarısı telefonun çalsa ve İsrail yetkilileri İran'a doğru bomb...
+Bütün gece bu soruyu bulmaya mı çalıştın?
- ...

Tuesday, November 6, 2012

BROOKLYKNIGHT

"Brooklyn takımının koruyucusu, New York'un en büyük ve cesur bölgesinin muhafızı, Barclays Center'ın hükümdarı."

Brooklyknight'ı[1] nihayet gördük. Barclays Center'ın açılış gecesinde tavandan inip seyirciyi selamladı. Üstelik Marvel Comics'in işbirliğiyle yaratılan karakter için bir de çizgi roman hazırlamışlar. Brooklyknight'ın ilk macerası salona gelenlere dağıtılmış. Nets'in eski maskotunu herkes biliyordur: Gümüş Tilki Sly. Maşallah. Tarz değişikliği değil, devrim yapmışlar.

Jason Kidd'e dek NBA tarihinin Clips ve Mavs'le beraber en başarısız camiasıydı Nets[2]. Hem Knicks'in gölgesinde kaldıkları, hem de sürekli mağlup oldukları için klasik bir taşak malzemesi olmaktan öteye geçememişlerdi. Şu sıralar NewYork seyircisini cezbetmek için kendilerine has yeni bir kimlik oluşturmaya çalışıyorlar[3].

Mesela Brooklynette[4] Dancers'ın kostümlerini Dalrymple isimli bi adam yapmış; Sex and the City'nin kıyafet tasarımcılarından biri. Siyah beyaz tonlarda, dar deri kıyafetler giyen dansçılar, şehirli ve güçlü kadın imajını yansıtacaklar. Falan fistan.

Nets'in sahadışı hamlelerinin bazıları güzel, bazılarıysa meeeh. Kimlik oluşturmaya çalışırken önüne gelen her popüler fenomene sarılmak pek iyi fikir değil. İnşa edilen karakterin inandırıcılığı sarsılabilir çünkü. Salonun derinliklerinden fırlayan çizgi roman kahramanları, fem-dom aksesuarlar, Jay-Z'nin şarkıları, tribünde tezahürat yapan Beyonce... Tüm bunlar enfes bir karnaval havası yaratabileceği gibi abuk subuk bir çorbaya da dönüşebilir. Nets yönetimi bu satırları okuyorsa dikkatli olsun.

Tabii temel hedeflerine ulaştıklarını inkar etmek imkansız: yeni bir renk ve heyecan.
__________________________________________
[1]Brooklyn'lilere Brooklynite denir. Güzel bir harf oyunu olmuş. Puanım dokuz.

[2]Tabii son 10 yılda bu ünvanı Clippers'a devrettiler. Artık bayrağı tek başına o taşıyor.

[3]Kolay değil. New York'ta basketbol denince akla Knicks gelir. Yalnızca başarıyla alakalı değil bu durum. Mesela Mets şampiyonluklar yaşamış bir camia ama baseball dendiğinde insanlar yalnızca Yankees'i düşünür. Tabii felaket tellalı olmaya gerek yok, istisnaî örnek de vereyim. Chicago'da iki baseball takımı var: Cubs ve White Sox. Her ikisi de kendi taraftarına ve takım kültürüne sahip.

[4]Brooklnyite'ın dişili.

Sunday, November 4, 2012

Harden

Grantland'de Zach Lowe'ın küçük bir yazısına rastladım. Başrolünde Harden'ın olduğu bir oyundan bahsetmiş. Geçtiğimiz senelerde Thunder'ın sık sık kullandığı bu oyun, artık Rockets'ın hücum repertuarına eklenmiş görünüyor.

Sol kenar çizgisine yakın olan Harden, sahayı enlemesine geçen bir pas veriyor. Kime? Uzun oyuncunun (Ömer) perde yaptığı bir şutöre (Delfino).

                
Zach Lowe OKC senelerinden de birkaç örnek vermiş (Sayfa İngilizce ama videonun altındaki iki resme bakmak yeterli zaten.). Şu sıralar Ömer'in yaptığı back screen'i eski örneklerde Collison yapıyor, şutu atan isimse Daequan Cook.

Rockets çok şık bir hareketle Thunder playbook'undaki meşhur bir oyunu araklamış oldu.  Sene boyunca bol bol kullandıklarına şahit olacağız. Aslında yalnızca bu basit ve güzel oyunu anlatacaktım ama şu sıralar ligin en ateşli hikayesi Harden olduğu için takastan da kısaca bahsedeyim.


OKC
Kadrodaki en iyi saha görüşüne sahip oyuncuyu gönderdiler. Scott Brooks'un olağanüstü hücum organizasyonlarını da akla getirince Thunder'ın 6. adamdan fazlasını kaybettiği aşikar. Fakat Presti'nin neler düşündüğünü tahmin etmek zor değil: Tüm bütçeyi 4 oyuncuya vermek tehlikeli (manevra kabiliyetini yok eder), üstelik küçük pazarlara yıldız oyuncu çekebilmek neredeyse imkansız, dolayısıyla Harden'ın serbest kalma ihtimali kabul edilemez.

Ben, Thunder'ın kesinlikle Harden'la devam etmesi gerektiğini düşünenlerdendim. Fakat istemese bile takasın en doğru yol olduğuna[1] karar veren Presti fena iş çıkarmadı. Kevin Martin (üst düzey skorer), Jeremy Lamb (potansiyeli büyük denilen genç yetenek) ve biri çok değerli (muhtemelen lotarya) olmak üzere iki draft hakkı kazandılar.

Rockets
Morey, ligdeki favori menajerlerimden. Takımını her zaman belli bir seviyede tutabiliyor (T-Mac ve Yao'nun sakatlıklarıyla şampiyonluk ümitlerini kaybetmek bir yana tamamen çöken takım, 3 senedir playoff yarışında aktör olabiliyordu[2] mesela.). Fakat başarı formülünün asgari 1,5 yıldız olduğuna kanaat getirdiği için tüm kadroyu boşaltma kararı aldı. Önce Howard ve Gasol gibi büyük yıldızların peşine düştü (ama Lakers talih tanrıçasını sex slave yapmış bir franschise olduğu için her ikisini de kadroya katacaktı.).

Morey'nin yaz ayları boyunca yaptığı hamleler 32 oyuncuyu, 11 draft hakkını ve 10 takımı kapsıyor (Oha!). Tüm hamleler bittikten sonra ellerinde yalnızca Harden (+ belli rolleri iyi doldurabilen oyuncular) olduğu için Morey'nin de kazandığından fazlasını kaybettiğini düşünmüştüm. Fakat Harden çılgın atarak sezonu açtı.
İlk 3 maçta 35 sayı, 6 ribaunt ve 6 asistle oynadı. İstatistikler bir yana sürekli doğru kararlar veren, basketbolu yalayıp yutmuş bir hücum lideri gibi oynuyor[3]. Zaten 25-5-5 seviyesine bile çıkabileceğini tahmin ediyordum ama ilk 2 maçtaki gibi çoğacayip bir şey olabileceğini düşünmemiştim. Harden pick&roll tanrısına dönüşmek üzere. Hücumda Jeremy Lin'le birbirlerini tamamlıyorlar. Üstelik takımdaki pek çok oyuncu yalnızca belli başlı birkaç özelliğe sahip olduğu için Rockets hücumları doğal bir keskinliğe sahip (Bazı oyuncular iyi şutör, bazı oyuncular yalnızca ribaunt ve savunmayla ilgileniyor... falan filan). Playoff'lara kalamasalar bile ilk 8 yarışında aktör olacakları belli. Tabii önemli draft hakları ve değerli parçalar kaybettiler ama yakın gelecekte kontratı bitecek pek çok oyuncu için Rockets'ı sempatik ve cazibeli bir camia haline getirdikleri de malum[4].
_____________________________________________________
[1]Harden 4 sene için 6-8 milyon dolar az para alıp OKC'de kalabilirdi ama pazarlıklarda 60'tan aşağı inmedi. Presti'nin kafasındaki tilkilerden biri de Harden'ın 6 milyon doları dert etmesi olabilir. Brian Windhorst takasın hemen ardından, birkaç sene önceki Jeff Green örneğini verip Presti ve OKC cephesini kısaca anlatmıştı (İngilizce).

[2]Playoff'lara kalamadılar ama hep %50 galibiyet oranının üstüne çıkmışlardı.

[3]"Durant&Westbrook yokken tek başına hücumu taşıyabilir mi... Rakip savunmanın konsantrasyonu kendisine odaklandığında verimli olabilir mi..." Bunlar takasın hemen ardından herkesin aklına gelen sorular. Hepsinin tek cevabı varmış meğer: Evet. Hatta az önce baktığım istatistiklere göre geçen sezon Durant'le Westbrook kenardayken daha verimli oynuyormuş (Tabii bahsettiğim istatistik yanıltıcı olabilir. Ne de olsa kenardan geldiği için rakibin ikinci 5'iyle karşılaşıyordu geçen sene.).

[4]Tamam, abartıyor da olabilirim ama sezon boyunca bol bol izleyeceğim bir takım oldu Rockets. Hatta dün geceki maçta Rockets televizyonu saha içi isabet yüzdesi (FGA/FGM) yerine true shooting yüzdesi [atılan sayı / (2x(FGA + 0.44xFTA))] üstünden istatistikleri verdi. Twitter'da bu konunun muhabbeti geçince sevdiğim yazarlardan biri "Şu sıralar Houston'da devrim yapacaklar galiba" yazmış.

Friday, November 2, 2012

Rondo vs Wade

Rondo açılış gecesinde Wade'i tehlikeli bir hareketle durdurunca flagrant 1 düdüğü çıktı. Wade de sinirlendi hâliyle. Hatta topu Rondo'ya fırlatmayı bile düşünmüş olabilir. Maç sonrası röportajında kendini zor tuttuğunu söyledi zaten: "Ben basketbol oynamak için buradayım, boks için değil." Daha ilk maçtan herkes Celtics vs Heat rekabetinin ateşini hissetmeye başladı. Şahane. Bugün de Rondo'nun cevabı geldi: "Onun geçmişte yaptığı gibi dirty[1] hareketler yapmadım."

Akıllara hemen 2011 playoff'larında Wade'in Rondo'yu düşürdüğü pozisyon geliyor. Basketbawful kutsal bir blog olduğu için bu hareketle başlayıp Wade'in dirty play'lerini derlemiş[2]. 

Bunlar parkelerde görmek istemediğimiz hareketler. Kabul. Ama rakip oyuncuların can ciğer kuzu sarması olduğu çağlarda Celtics vs Heat aşkıyla yanıp tutuşuyorum. Şu an ligdeki en gergin mücadeleler ikisi arasında yaşanıyor. Her maç yeni hatıralarla büyüyen rekabet, tüm oyuncuları nefretle dolduruyor. Playoff geldiğinde Boston ve Miami meydanlarında maç değil savaş izleyeceğiz. Birbirlerinden nefret ediyorlar; birbirlerini yalnızca yenmek değil, yok etmek istiyorlar... ve yok edecekler! So say we all!
__________________________________________
[1]İki saattir Türkçe karşılık bulmak için kafa patlatıyorum, gerim gerim gerildim. Yeter. Kirli gibi, pis gibi, ibnelik&puştluk gibi bi şey.

[2]Bawful yazısında Simmons'ın bir makalesinden bahsetmiş. Simmons playoff'larda Wade'i John Stockton Ödülü'ne lâyık görmüştü: Herhangi bir sebeple dirty olarak görülmeyen en dirty yıldız. Hakikaten Wade 2006'da yüzükle beraber gayr-i resmi dokunulmazlık da kazanmıştı. Son senelerde iyi çocuk imajıyla beraber dokunulmazlığı da erozyona uğradı ama hâlâ kafalarda yarattığı bir algı var.