Monday, November 26, 2012

Wilt, 1962

(Gary M. Pomerantz'ın "Wilt, 1962: The Night of 100 Points and the Dawn of a New Era" isimli muhteşem kitabından bölük pörçük çeviriler)
Maç bitimine 1 dakika 25 saniye kala, Hershey'li çocuklar bağırışıyorlardı: "Topu Wilt'e ver! Topu Wilt'e ver!" Wilt Chamberlain, her adımda daha da güçlenen bir doğal afetmişçesine rakip sahaya koşarken, herkes onun eşsiz olduğunu idrak ediyordu.

Adeta basketbolu domine etmek için yaratılmış, vücut ve egonun mükemmel bir harmanıyla doğmuştu. Egosu, tüm hayatına sirayet etmişti: Bir NBA maçında 100 sayı atmak... Yalnızca canı istediği için 100 sayı atmış olamazdı; çok daha derinlerde buna muhtaçtı muhtemelen. Bir rakibi, yani bütün spor dalını kendi iradesine boyun eğdirmek ve bunu yalnızca kendisinin başarabileceğini göstermek onun için bir ihtiyaçtı.

100 sayının ifade ettiği sembolik sihri görmezden gelemeyiz. Medeniyetimizde 100 sayısına ne anlamlar atfettiğimizi düşünün; bir asır, hayal edilebilecek en uzun hayat, sınavda elde edilebilecek en iyi sonuç... 100 sayı atmak, mesela 97 sayı atmaktan tamamen farklı anlamlar içeriyordu. 100 sayı, adeta bir abideydi.

Yazarlar, oyuncular, koçlar... Hepsi genç Wilt'in böyle bir gece yaşayabileceği kehanetinde bulunmuşlardı. Chamberlain, tek kişilik bir devrime benziyordu çünkü. Hâlâ beyazlara ait bir lige girmiş, oyunu çemberin üstüne taşımış ve kendi oyunu haline getirmişti. Tamamen bireyci olduğunu söyleyebiliriz; yaptığı sporu, kadınları ve en çok da kendisini sevmiş bir alpha male... 1961/62 sezonunda 50 sayı ortalamayla oynarken, kehanetler de gittikçe büyüyordu. Dönemin zavallı pivotları, Chamberlain kadar çevik, güçlü ya da uzun olmadıkları için basetbol sahasında aciz kalıyorlardı.

2,15 boyunda, 125 kilo ağırlığında bir dev hayal edin... Sımsıkı gövdesi henüz ağırlık antrenmanlarıyla şişmemişti. Sırtı zarif bir kavisle aşağı uzanıyor, dansçıları kıskandıracak 75 cm'lik beline gelip son buluyordu. Dolph Schayes'in diyeceği gibi, Tanrı'nın basketbol için yarattığı en mükemmel enstrüman.

1962 kışında, basketboluyla değil çikolatalarıyla ünlü bir kasabada, maçın bitimine 1 dakika 25 saniye kala büyüleyici bir güç gösterisi sahneleniyordu. Warriors guard'ı York Larese fastbreak'i sürüklüyor, üç takım arkadaşı mükemmel bir kareogrefiyle rakip potaya ilerliyor ve arkalarından, yalnızca 12 adımda tüm sahayı kat eden Chamberlain koşuyordu.

Hershey Sports Arena'daki koltuklarını terk edip sahaya yaklaşan çocuklar hep bir ağızdan bağırıyorlardı: "Topu Wilt'e ver! Topu Wilt'e ver!" Warriors koçu Frank McGuire da aynı kelimeleri haykırmakla meşguldü.

Larese çembere yaklaştığı anda topu yukarıya fırlattı. İvmeyle sahanın dışına çıkacak, dengesini bulup arkaya döndüğündeyse donup kalacak ve şahit olduğu manzarayı asla unutamayacaktı. Daha önce basketbol sahasında eşi benzeri görülmemiş devasa bir kütle yükseliyor, yükseliyor, yükseliyordu. Chamberlain, kollarını havaya kaldırıp sıçrıyor, göğsündeki "PHILA 13" yazısı parlarken neredeyse 4 metre havadaki topu yakalıyor, çemberin onlarca cm üstünden vahşetle smaç basıyordu. Her şey bir saniye içinde gerçekleşmişti.

Çemberden geçen top parkelerden sekip tekrara havaya fırladığında spiker David Zink'in sesi yankılanıyordu: "That's nine-tee-eigghhhttt!"
---

1960'larda NBA salonlara seyirci çekmekte zorlanıyor, bazen yeni taraftarlara ulaşabilmek için maçlar şehir dışındaki kasabalarda oynanıyordu. O gece Hershey'e gelen Knicks ve Warriors kadroları, yüzyıl ortasındaki Amerikan erkek nüfusunun küçük bir vesikasına benziyordu. Babalarının Eski Dünya'ya ait soyadlarını (Mechery, Larese, Radovich) ya da eski deniz piyadelerinin isimlerini (Arizin, Guerin, Green) taşıyan bu genç adamların çocuklukları, Büyük Buhran ve İkinci Dünya Savaşı gölgesinde şekillenmişti. Babaları demiryollarında, kömür madenlerinde, inşaatlarında çalışmışlardı. Hatta içlerinden birinin ailesi Ekim Devrimi'nden sonra Beyaz Ruslarla beraber Bolşeviklere karşı mücadele etmişti.

Chamberlain'in 100 sayılık maçı, Pennsylvania Dutch Country'de eski püskü bir spor salonunda oynandı. Birkaç sokak ötede Milton Hershey'nin meşhur çikolata fabrikasından sızan tatlı dumanlar gökyüzüne yayılıyordu.

Televizyon kamerası yoktu. New York basınından kimse gelmemişti. Yalnızca iki fotoğrafçı maçı takip ediyordu; biri ilk çeyrek bitmeden salondan ayrılmış, diğeriyse birkaç fotoğraf çekmişti.

Maça 4124 seyirci katılmış, neredeyse 4000 koltuk boş kalmıştı.

Eve dönüş yolculuğunda Warriors otobüsü Amish köylerinin içinden geçerken Chamberlain'in takım arkadaşları, gecenin derinliklerinde kandil ışığıyla kağnısını süren bir adam gördüler. Chamberlain bu manzaraya asla şahit olamayacaktı. Aynı saatlerde yepyeni bir Cadillac'la Harlem'de işlettiği gece kulübüne[1] gidiyordu. Duş almış, yorulmuş ama hala neşesini kaybetmemişti. O gece Big Wilt's Smalls Paradise'da ışıklar 4'e dek sönmeyecekti.
NBA camiasında Chamberlain'in 100 sayısı farklı tepkiler yarattı. Laker Frank Selvy, kolej yıllarında Furman formasıyla 100 sayıya ulaştığını anlatıyordu: "Ben de 100 sayı atmıştım, üstelik smaç bile basmadan." Takım arakadaşı Tom Hawkins ise Selvy'e kolej ile NBA'in karşılaştırılamayacağını söylüyordu. Syracuse Nationals'ın iki oyuncusu, Dolph Schayes ve Red Kerr, hayretler içinde Knicks-Warriors maçının skor tablosuna bakakalmışlardı. Kerr, şaşkınlığını gizleyemeyerek sessizliği bozdu: "Wilt Dünya'da en kötü serbest atış kullanan insan ama 28/32 isabet kaydetmiş."

Bob Cousy haberi duyduğunda küçümsemekle yetinecekti: "Muhtemelen maç kontrolden çıkmıştır. Tıpkı benim 28 asist yaptığım, takım halinde Minneapolis'e karşı 179 sayı attığımız maçta olduğu gibi." Red Auerbach ise kahkaha atıp "karşısında kimse yoktu," demişti: "Benim 1,65 boyundaki adamlara karşı oynamamdan ne farkı var? Tek yapmam gereken şey, top bana geldiğinde dönüp çemberin içine bırakmak." Celtics'in pivotuysa tamamen farklı düşünüyordu. Satch Sanders, maçtan bir gün sonra St Louis'de Bill Russell'ın gülümseyerek mırıldandığını görecekti: "Koca adam sonunda başardı."
________________________________________________________________
[1]Fiyakalı bir araba, bir yarış atı (Spooky Cadet), ülkenin iki yakasında lüks daireler... ve Malcolm X'in de çocuk yaşlarda garson olarak çalıştığı meşhur bir gece kulübü: Big Wilt's Smalls Paradise. Warriors'ın sahibi Eddie Gottlieb, Chamberlain'i mutlu etmek için Hopkinson House'da üç yatak odalı, Birleşik Devletler'in kurulduğu Independence Halle'e tepeden bakan muhteşem bir daire kiralamıştı. Artık Chamberlain, 1790'larda George ve Martha Washington'ın sekiz Negro köleyle beraber yaşadığı malikaneye komşu olmuştu.

No comments: