Saturday, March 17, 2012

İmkânsız Denklem: Carmelo+Amar'e


New York taraftarı ve yönetimi başta LeBron olmak üzere serbest kalan pek çok süper yıldızla anlaşacaklarını düşünüyorlardı. Hatta LeBron için pankartlar hazırlamış, formalarına James ismini yazdırmışlardı. LeBron, Wade, Nowizki, Bosh derken Joe Johnson'ı bile alamadılar. Taraftar, alabildikleri tek yıldıza, Amar'e'ye aşkla bağlandı.

 

"M-V-P... M-V-P... M-V-P..."

Bu tezahürat geçen sene MSG'da yankılanıyordu. Amar'e New York tribünlerini coşturuyor, yaklaşık 30 sayıyla oynuyor, genç oyuncularla beraber koşup hızlı hücumları bitiriyordu.
Ama Garden seyircisinin süper yıldız hasreti dinmemişti. Hem taraftarlar, hem yöneticiler, hem medya mensupları Carmelo için bastırıyorlardı. Carmelo zaten sezon sonunda New York'a gitmek istediğini söylemişti. Fakat Birkaç ay daha bekleyemediler. Takımın yarısını Denver'a gönderip ligin en iyi skorerlerinden birine kavuştular. Carmelo mehdi gibi karşılandı. Madison Square Garden'ın,  kulübün, şehrin anahtarını teslim etmek için hazır bekliyorlardı. Carmelo el üstünden şut attıkça, imkânsız fade away'lerde isabet sağlayınca herkes çıldırdı. Playofflarda Celtics'e karşı kafayı yiyip her attığını sokunca New York halkı, beklenen basketbolcunun şehre ayak bastığına, seçilmiş kişinin Carmelo olduğuna karar verdi. Bu defa tüm salon Carmelo için yakılanıyordu: "M-V-P... M-V-P..."

Bu sıralarda aklı başında her basketbol seyircisi Knicks'in çok değerli parçalara sahip olduğunu ama bu temelle hiçbir yere gidemeyeceklerini düşünmekteydi. Amar'e kariyeri boyunca Nash'le pick&roll oynamış, "run&gun" ismi verilen, hızlıca rakip sahaya gidip ilk 14 saniyede şut atmak üstüne dayalı bir sistemde verimli olmuştu. Run&gun, koç Mike D'Antoni'nin alâmet-i farikasıdır. d'Antoni takımları, mümkün olduğunca fazla şutörle üçlük çizgisinin etrafına dizilir, rakip takım defansa yerleşemeden boş oyuncuyu bulup topu potaya gönderirler. Bu sayede Amar'e kariyeri boyunca hareketliyken topu alıp potaya yöneldi.

Carmelo ise bambaşka bir ekolün temsilcisidir. Topu alır, yerde sektirir, sırtını döner, enfes ayak fundamental'ıyla kendine pozisyon hazırlar ve şutu gönderir. Bu alanda tüm ligde birkaç rakibi var: Kobe, Pierce... Isındıkça daha da iyi şut sokmaya başlar. Herhangi bir takıma 30 sayı atabilir. Fakat hücumları yavaşlatır, rakip takım defansa yerleşir. Artık oyun sete set, 24 saniye süresinin kullanıldığı bir tarza dönüşmüştür.



Amar'e ve Carmelo asla ama asla aynı sistemde verimli olamazlar. Genç Jason Kidd veya Chris Paul gibi olağanüstü oyun kurucular bile bu işin altından kalkmakta zorlanırlar. Peki bu sezon başında New York'un oyun kurucusu kimdi? Hiçkimse. Carmelo için Denver'a tek düzgün oyunu kurucularını, Raymond Felton'ı da göndermişlerdi.

Sezon başlar başlamaz her şey apaçık ortadaydı. Oyunu yavaşlattıklarında Carmelo verimli oluyor, Amar'e tek haneli sayılara iniyordu. Hızlı hücumlarla sayı bulmaya çalışınca Amar'e coşuyor, Carmelo kayboluyordu. Takımın galibiyet/mağlubiyet yüzdesi hızla düşerken Garden seyircisi oyuncuları yuhalamaya başlamıştı bile. Tam o sırada her ikisi de ufak sakatlıklar geçirdi ve bir mucize oldu. Kelimenin tam anlamıyla bir mucize.

Harvard mezunu, draft'ta kimsenin dikkatini çekememiş, oynadığı takımlarda yer bulamamış, "bu defa da başaramazsam Wall Street'te iş bulurum" diyerek New York yolunu tutmuş, takımdan gönderileceğini düşündüğü için ev bile tutmamış bir adam, gerçekten takımdan gönderilmek üzereyken üst üste gelen sakatlıklar sayesinde takımda yer buldu.  Üstelik bu adam özellikle basketbolda başarısız olan bir etnik kökenden gelmişti: Uzak Doğu.  Hiçkimse ne olduğunu anlayamadı. Jeremy Lin bir gecede 0 noktasından 100'e çıktı; turnikeler, şutlar, asistler... Ertesi akşam yine aynı performans, sonraki maçta yine aynı performans. Neredeyse her akşam 20+ sayı, 10 asist yapıyor, deplasmanda maç kazandıran basketi atıyor, kritik toplarda arkadaşlarını besliyordu. Tüm spor geyiklerinin zirvesine yerleşti. Onlarca lakap takıldı: Linsanity, Linternational, Linsational... Gazeteciler New York'a akın etti, Spike Lee sırtına Jeremy Lin forması geçirdi ve Madison Square Garden bir kez daha inlemeye başladı: "M-V-P! M-V-P!"


İlk birkaç maç umursamadım, hatta uzun vadede ilk 5 başlayamayacağını düşündüm. Sanıyorum dördüncü maçta yelkenleri suya indirip, yalnızca NBA yahut basketbol değil tüm spor tarihinin en garip hikâyelerinden birine kendimi kaptırdım. İnsanlar yaşanılanları Holywood senaryosuna benzetiyorlardı. Oysa Holywood senaryolarında belli bir mantık dizgisi vardır. Koç bir oyuncuya güvenir, oyuncunun arkasında durur, oyuncu hırslanıp çalışır, en sonunda kahramana dönüşüp güzel kızı evine atar.  Bu defa akıldan mantıktan eser yoktu. Koç Lin'in arkasında durmamıştı. Sakatlıklar yaşanmasa çoktan bileti kesilmişti!  Lin'in kendini geliştirmek için vakti yoktu. Her şey bir gecede değişti. Kusura bakmayın ama sinemada görsem, "böyle saçmalığa bacağım girsin" diyerek salonu terk ederdim.  Daha çok Walt Disney veya Looney Toons senaryosuyla karşı karşıyayız. Peki gerçek hayatta, NBA gibi tecrübe ve atletizmin içiçe geçtiği bir arenada bu mucize nasıl gerçekleşti? Kozmik güçlerin, metafizik varlıkların, X-files karakterlerinin alanına girmek istemem.  En iyisi basketbola döneyim. Jeremy Lin all-star seviyesine gelebilir mi? Topu elinden dengeli çıkarıyor. Hem turnike atarken, hem de pas verirken. Potaya drive ettiğinde üçlük çizgisinin dışına, özellikle iki köşeye güzel paslar verebiliyor. Saha görüşü ve pick&roll sezgisi yüksek.  NBA için yeterli mi? Kesinlikle evet. All-star seviyesine yükselebilir mi? Pek mümkün değil.  Atletik yetenekleri zayıf olduğu için Steve Nash'e benzetiyorlar ama Nash Dallas senelerinde ligin en hızlı guardlarından biriydi. Üstelik Stockton'dan beri en iyi pick&roll oynatan guard. Dripling esnasında aniden durup pas vermek konusunda hâlâ ligin 1 numarası. Tabii kimse Lin'den Nash olmasını beklemiyor. Nash'in istatistikleri her zaman olağanüstü olmuştur: %90+ serbest atış, %50+ saha içi isabeti, %40+ 3'lük isabeti. Fakat sahip olduğu en önemli özellik, manyaklık seviyesindeki saha görüşü.

Varsın Lin, Nash olmasın. Şimdiden heyecan verici bir oyuncuya dönüştü ve New York gibi bir şehirde ilk 5 başlayabileceğini kanıtladı. Hikâyeyi fazla uzatmaya gerek yok, herkes ezbere biliyor zaten. Ayakta alkışlyorum, helâl olsun, helali hoş olsun.

Lin bu akıl almaz seriyi ne kadar sürdürebilir, diye düşünürken New York medyası amiyane tabirler yine gaza gelmişti: Amar'e ve Carmelo döndüğünde şampiyonluğun en büyük adaylarından biri olacağız. Tüm oyuncular yeniden basketbol oynamanın heyecanını taşıyor... Tabii ki olmadı. Şu sıralar Garden'da tek ses yankılanıyor: boo!!!

Bu biraz şarapla votkayı karıştırıp içmeye ya da ne bileyim üst üste dana bonfile ve kalkan balığı yemeye benzyor. İkisi de şahanedir, ikisi de değerlidir ama aynı anda tüketirseniz anlamlarını yitirirler. Chris Paul'ün bile çözmekte zorlanacağı bir denklemi, 2 aydır oynayan bir basketbolcunun sırtına yükleyemezsiniz. Çocuk hızlıca rakip sahaya koşuyor Carmelo soyutlanıyor. Topu Carmelo'ya verince Amar'e sete set hücumu bilmediği için seyirciye dönüşüyor. Üst üste iki şut atınca diğer oyuncular mızmızlanıyor. Kenardan gelen JR Smith kafasına göre takılıyor. Söylediğim gibi Lin güçlü oyuncları savunacak fiziğe sahip değil. Ama savunmanın asıl sorunu bu değil. Carmelo'nun defansla alakası olmaz,süper skorer olduğu için kendini hücuma saklar, Amar'e ise defansın d'sini bilmez. Açıkça söylüyorum alan paylaşımına kafası basmaz. Pota altını boş bırakıp blok peşinde koşar.


Tüm NBA'in en boktan pick&roll savunmasına sahip olduğu söylenir:

Hem Ersan'ı hatırlayalım,  hem de savunmada Carmelo ve Amar'e olunca yaşananlara bakalım:
   

1995'ten beri NBA'i çok sıkı takip ediyorum. Kafamdaki tüm şablonları kullanmaya çalıştım ama Knicks'in kadrosuna derman bulamadım. En sonunda Mike d'Antoni de benim hücum prensiplerimde Carmelo işe yaramıyor dedi yönetimle karşılıklı oturup ayrılmasına karar verildi. Bence de Knicks'e takas şart ama hangi takas? Kritik playoff maçında birden bire 40 sayı atabilecek, son anlarda sorumluluk alabilecek tek oyuncuları Carmelo. Göndermek aptallık olabilir. Fakat Amar'e de bulunmaz bir cevher. Ligde kaç tane elit uzun var ki? Meselâ Amar'e+Lin+draft hakkı verip Howard'ı almak gibi bir ihtimâl yok. Çünkü Lin hem halk kahramanına dönüştü, hem de uluslararası ilgiyi akıl almaz bir noktaya ulaştırdı. Hiç abartmadan söylüyorum, asgari 100.000.000 dolarlık bir adam. Reklam anlaşmaları, forma satışları, televizyon reytingleri...

Ben Knicks için 'ideal' çıkış yolu göremiyorum. Bir şeyler kaybedecekleri kesin. Tabii pek mümkün değil (bence %100 imkânı yok) ama Lin birdenbire ortaya çıkıp basketbol tarihinin en çetin ceviz denklemlerinden birini çözerse bilemem. Allah kerim der dine dönerim. Zaten Lin her twitter mesajında Tanrı'ya şükranlarını sunuyor. "Herhâlde kendisi evliya" der peşinden giderim.

No comments: