Friday, March 30, 2012

"Shit!"

Shaq' sezon başında TNT ile anlaştı. Birkaç aydır Charles Barkley ile aynı programda(1) yer alıyorlar. Geçtiğimiz günlerde canlı yayında ağzından "shit" kelimesini kaçırınca, aklıma 2000'lerin başından kalma bir video geldi.. Shaq'in klasik performanslarından birini izliyoruz

-David Stern wonders why the league is loosing money. That's why. People pay good money to come and watch it but after each play they (referees) try to take over the fucking game."
+Shaq, we're online...
-I don't give a shit.

-David Stern ligin neden sürekli para kaybettiğini merak ediyor. İşte bu yüzden. İnsanlar para verip maçı izlemeye geliyor. Fakat hakemler maçı kafalarına göre yönetmeye çalışıyorlar amk.
+Shaq, canlı yayındayız...
-Zerre sikimde değil.
____________________________________
(1)NBA Tarihi'nin en ünlü ve geyik (bazen saçma ama genelde iyi) programlarından biri: Inside the NBA. Ernie Johnson'ın sunduğu programda Kenny Smith ve Sir Charles yer alıyordu. Sezon başında Shaq de ekibe katıldı.

Moves like Riley

Miami Heat'in 2006 Şampiyonluk kutlamalarına Pat Riley damga vurdu. Festivali yöneten Shaq'in ısrarlarıyla dans eden Riley unutulmaz görüntülere imza attı

Geçenlerde Miami'nin düzenlediği bir organizasona rastladım. Riley yine boş durmamış

Fileli Sepet Magazin Servisi'nden şimdilik bu kadar. Hayatınızın 2.5 dakikasını çaldığım için özür dilerim.

Thursday, March 29, 2012

Bye Bye del Negro

Normal sezonun bitmesine sadece 1 ay var. Fakat Clippers koç değişikliğine gidiyor.

NBA'deki en kötü koç kim? Tabii ki Vinny del Negro.
Geldiği yere ölüm getirir. İki sezon Bulls'un koçluğunu yaptı ve takımın galibiyet yüzdesi %50'nin üstüne çıkmadı. Bulls del Negro'yu kovduktan sonra Tom Thibodeau'yla anlaştı ve aynı sezon ligin zirvesini ele geçirdiler: 62 galibiyet, 20 mağlubiyet. Bulls taraftarı hala dalga geçer.[1]

Vinny del Negro pes etmedi. İnançlıydı. Genç yeteneklerin top sektirdiği takımları yok etmek, üstlerine kâbus gibi çökmek istiyordu. Rose'un ardından Blake Griffin'i gözüne kestirdi. Clippers camiası kurulduğu günden bu yana dangalakça hamleler[2] yapmasıyla meşhurdur. Tabii ki Vinny del Negro fırsatını kaçırmadılar. Griffin fırtınasına ve değerli genç yeteneklere (DeAndre Jordan, Eric Gordon...) rağmen play-off'ları kaçırdılar. İkinci sezon öncesi muhteşem bir takas yaptılar ve ellerine tam da aradıkları tipte bir süper yıldız geçti: Chris Paul.

Burada ara verip Chris Paul takasının nasıl gerçekleştiğini hatırlayalım. New Orleans, cazın doğduğu şehir olarak bilinir. 1920'lerden beri kamyonculardan pazarcılara dek herkes caz dinler. Hatta çalar veya mırıldanır. Şehirde çok az basketbol seyircisi var. Hatta New Orleans'ta kurulan ilk takım olan Jazz, Utah'a taşınmıştı. En önemli sebepleri yeteri kadar gelir elde edememeleriydi. 2000'lerin ortasında Katrina kasırgası tüm şehri yıkınca Hornets camiası da Oklahoma'ya taşınmış ve dopdolu tribünler önünde oynamaya başlamıştı. Bir daha New Orleans'a taşınmayacakları konuşuluyordu ama iki sene sonra geri döndüler. İnsanlar bu geri dönüş için tek mantıklı sebep bulabiliyorlardı: Harap olan kentin moralini düzeltmek. NBA yönetimi all-star maçını da New Orleans'ta oynatarak şehir halkının acılarını hafifletmek istemişti. Birkaç sene sonra tribün gelirleri iyice düşünce Hornets iflas bayrağını çekti ve NBA Yönetimi'ne devredildi.

O günden beri takımı boşaltıp yeni bir şirkete satmayı planlıyor. Önce Chris Paul'u takasta göndermeye karar verdiler. Lakers büyük fırsatın üstüne atladı.[3] Odom ve Gasol'ü göndermeye bile razıydılar. Takasın gerçekleşmesi an meselesiydi ama NBA yönetimi izin vermedi.[4] CP3 Lakers'a giderse, şampiyonun yönetim tarafından tayin edildiği imajı oluşacaktı. Daha kötü olsa bile Clippers'ın teklifini kabul ettiler (Eric Gordon+Chris Kaman+draft hakkı).
Herkes Chris Paul'ün Blake Griffin ve DeAndre Jordan gibi iki muhteşem atletle binlerce alley-oop yapacağını söylüyordu. Ama daha da önemlisi Paul, del Negro'ya rağmen doğru basketbol oynayabilir ve takımı peşinden sürükleyebilirdi. Sezona fena başlamadılar. Hatta Lakers'ın önüne geçtiler ama yalnızca alley-oop yaptıkları için tüm takımlar kısa süre içinde önlemlerini aldı. Billups sakatlanınca guard pozisyonlarında da büyük bir boşluk oluştu. Artık Chris Paul'un yaratıcılığı dışında hücumu şekillendirecek hiçbir stratejileri kalmamıştı. Sahada başıbozuk deniz anaları gibi amaçsızca gezinmeye başladılar.

İnternetteki tüm forumlar Vinny del Negro'yla dalga geçmeye başladı. Şu sıralar herkes Vinny del Negro'nun oyun çizemediğinden bahsediyor. Birkaç tane örnek göstereyim,

-Daha önce hiç 3 numara pozisyonunda oynadın mı? Bence 3 numara oynamalısın.

-Bunlara 'oyun' deniyor.
+Bi dakika, kaçırdım. Kafam karıştı.
-Hangi noktalara gitmemiz gerektiğini anlatıyor; boş adamı nasıl buluruz, kim şut atacak... Bunun gibi şeyler.
+Ben "taş, kağıt, makas"ı tercih ederdim.

-Taş, kağıt, makas. Tüm bildiğim bu.

Şutörler doğru pozisyonda beklemiyorlar, boş adamı bulmak için paslaşmıyorlar, savunmalar yerleşince boyalı alanda etkili olamıyorlar, pick&roll oynayamıyorlar... Vinny del Negro'nun birkaç gün içinde kovulacağı konuşuluyor.  Üstelik del Negro'nun soyunma odasında kontrolü kaybettiği, oyuncuların başka bir koçla çalışmak istedikleri ortaya çıktı. Play-off'lara yalnızca bir ay kaldı ama koç değişikliği yapmaya mecburlar. Takım yönetiminin sezon sonuna dek del Negro'yla devam etmek istediğini söyleyenler de var ama olacak iş değil.  Oyuncular bezmiş durumda. Şu anki durumlarına bakarsak bir ay sonraki play-off performanslarını tahmin etmek çok kolay.

Play-off'lara büyük ihtimalle kalacaklar. Fakat birinci turu geçseler (%5 ihtimal veriyorum.) bile ikinci turda kayaya toslayacaklar. Play-off'ta işler kızışacak ve açık alan bulamayacaklar. Karşılacakları rakiplerin pota altı güçlü olacağı için henüz ayak fundamental'ı gelişmemiş olan Blake Griffin çok etkili olamayacak. Zaten sete set hücumda Lakers, Spurs gibi usta takımlara karşı şansları olmaz. Memphis gibi topu çok iyi paylaşan bir takımı bile durduramazlar. Oklahoma'nın kadrosu çok güçlü ve her pozisyonda çok derin... Takımınızda Chris Paul varsa süpürülmeniz pek mümkün değil. En az bir maç mucize yaratacaktır ama o kadar.

Takımların sürekli koç ve sistem değiştirmesi her zaman kötü sonuçlar verir ama Griffin'in gelişimi ve CP3'nin akıl sağlığı söz konusu. Birkaç gün sonra gazetelerde del Negro'nun Hawai'de güneşlenip kokteylini yudumladığını okuyacağız. Bir mum yakıp NBA koçluk kariyerin için yas tutuyorum Vinny.

*

[1] Nette rastladığım bir örnek,
Kirk Hinrich: Az önce bir tavşan resmi çizdin. Ne yapıyorsun amk!

[2]Clippers'ın sahibi (Sterling) zaten acayip vukuatlarıyla ünlü bir adam. Bir keresinde takımın nasıl gittiğini soran gazetecilere "bizim kara çocuklar hopluyor zıplıyor" demiş, ırkçı olduğu iddia edilmişti. Aslında ırkçı değil, sadece aklı gidip geliyor. Clippers camiasında aklı tam kapasiteyle çalışan insan sayısı az zaten. NBA'de sezonu kötü geçiren takımlar, sonraki senelerde önemli draft hakları kazandıkları için her takım 10 sene içinde başarıyı yakalar. Peki Clippers play-off'larda en son ne zaman ikinci tura yükselebilmiş? 1976. Peki NBA tarihinde konferans finallerine çıkamayan 40 küsür sene önce kurulmuş kaç takım var? Bir. Clippers. Şapka çıkartıyorum, Kelimeler kifayetsiz.

[3]Takas dedikodularına en çok sevinen Kobe olmuştur. Kendisinden daha genç yıldızlar arasında kafayı galibiyetle bozmuş olan ilk isim sorulduğunda Chris Paul cevabını vermiş, Derrick Rose'un da o yolda ilerlediğini söylemişti.

[4]Bu olay Lakers cepehesinde küçük bir deprem yarattı. Lamar Odom gönderilmek üzere olduğunu duyunca takasını istedi ve Dallasa gitti.

Wednesday, March 28, 2012

Bir DeMarcus Cousins Klasiği


İnsanoğlu canı sıkıldığında, umutsuzluğa düştüğünde gökyüzüne falan bakar. Bense Javale McGee'nin unutulmaz hareketlerini izliyorum. Ne dert, ne tasa kalyor. McGee, Blatche, DeMarcus Cousins... bu isimler kanser tedavisinde kullanılmalı bence.

Aşağıdaki videoda Cousins topu oyunda tutmaya çalışıyor. Sadece izleyin

(Pierce+Garnett) Lakers vs Celtics (Kobe+Gasol)

 Zaman makinesine atlayalım ve 2007 yaz aylarına dönelim.

Kevin Garnett kariyeri boyunca T-Wolves'la oynayıp başarısız olmaktan bıkmış. Camiaya ve şehre sadık olduğu için hâlâ takasını istemiyor ama artık gönderilebileceği konuşuluyor.

Lakers Garnett'in peşinde. Minnesota'ya Lamar Odom'ı ve henüz 20 yaşına girmiş Andrew Bynum'ı teklif ediyor. Süper teklif.(1) Elbette Garnett'in peşinde başka takımlar da var: Bulls ve Celtics. Bulls elindeki küçük ama değerli parçaları (Ben Gordon, Kirk Hinrich, Luol Deng...) bir süper yıldızla takas etmek, yani madenî paraları bütünletmek istiyor.

Celtics, Garnett takası gerçekleşmezse başka bir süper yıldızın peşine düşecek: Kobe. Shaq ayrıldıktan sonra liderliği üstlenen ve NBA'in en kötü kadrolarından (Smush Parker, Kwame Brown...(2)) biriyle play-off'larda başarısızlığa mahkûm olan Kobe, Lakers yönetimi başka önemli oyuncularla anlaşamadığı için diğer takımlara gitmeyi düşünüyor. Eğer Garnett gelmezse, şampiyonluklar kazanabileceği şehirlere gidecek. Lakers yönetimi de düzgün teklifler (yıldız+draft pick'leri) gelirse Kobe'nin elden çıkarılabileceğine karar vermiş. Boston tetikte; Pierce(3)+draft hakları vermeye hazır. Dedikodular ayyuka çıkmış; herkes Kobe'nin Los Angeles'a veda edebileceğini düşünüyor. Hatta NBA, resmi sitesinde Kobe'nin yeşil formayla resmini (photoshop) koyuyor ve "acaba?" yazıyor.

Lakers, Kobe+Garnett formülüyle şampiyonluğa ulaşabileceğini düşünüyor. Eğer Garnett de gelmezse Kobe'yi gönderip yeniden yapılanmaya gidecekler. Uzun lâfın kısası, Garnett takası NBA'in geleceğini şekillendirecek. Her şey Minnesota'ya bağlı. Gözler Minnesota'nın genel menajerine çevrilmiş.

O zamanlarda T-Wolves GM'i kim? Kevin McHale. Ölümüne Celtics taraftarıdır. Larry Bird ve Robert Parish'le beraber 80'lerde tam 3 şampiyonluk (81, 84, 86) kazandı. Lakers vs Celtics rekabetinin ateşini köküne kadar hissetmiş, seneler boyunca Lakers'tan nefret etmiş bir adamdan bahsediyoruz. Tüm otoriteler, Bynum+Odom takasının kabul edileceğini zannediyor. Ama McHale, Boston'ın dandik teklifini (Sebastian Telfair+Gerald Green+Ryan Gomes+Al Jefferson+draft hakları) kabul edip Garnett'i Boston'a gönderiyor.

Lakers cephesi çıldırıyor. Garnett'i Boston'a kaptırdıkları yetmezmiş gibi Kobe'yi de ezelî rakiplerine gönderirlerse taraftarların isyan edeceğini tahmin edip, "Pierce+draft hakları=Kobe" takasından vazgeçiyorlar. Kobe'nin peşindeki tek takım Celtics değil tabii ki. Jordan'ın ardından en ufak bir başarı bile yakalayamayan Bulls, Kobe için bastırmaya devam ediyor ama Lakers, süper yıldız olmasa bile all-star seviyesinde bir oyuncu elde etmek istiyor. Aksi taktirde takas yoluna gitmeyecek. Deng, Gordon, Hinrich... Hiçbiri all-star seviyesinde değil. Kobe Lakers'ta kalıyor.
Celtics "Big 3"yi kuruyor: Paul Pierce, Ray Allen, Kevin Garnett. Garnett takası olmasaydı hangi uzun oyncunun peşine düşecekleri kısa bir süre sonra ortaya çıkıyor: Pau Gasol. Memphis genel menajerinin ismi Chris Wallace. NBA forumlarında biz ona kısaca "gerizekâlı" diyoruz. Celtics'le anlaşamayınca birkaç ay içinde Lakers'ın teklifini kabul edecekti: Kwame Brown, Javaris Crittenton ve Marc Gasol'ün draft hakları(4).
 "Pierce'ın asistiyle Garnett smaç yapıyor ve Lakers şampiyon!!!" "Gasol topu Kobe'ye veriyor ve 3 sayılık isabet geliyor!!!" Kulağa ne kadar garip geliyor, değil mi? Birkaç ay içinde NBA tarihi değişti. Kobe ve Gasol Boston'a gitmekten kılpayı kurtuldu. Garnett ve Pierce ise Boston'da RayRay'le buluştu. Sonrasını herkes biliyor. Celtics 2008 ve 2010 Finalleri'ne yükseldi; bir kere şampiyon oldu. Lakers 08, 09 ve 2010 Finalleri'ne yükseldi; iki kere şampiyon oldu...
Bulls elindeki önemli oyuncuların yavaş yavaş değer kaybedişini izledi ve ligin dibine demir attı. Bu sebeple draftta üst sıralara tırmandılar. 2008 draft piyangosunda %1.7 şansları vardı ama talih onlara güldü ve Rose Chicago'ya gitti. Basketbol ne garip... takaslar falan.

*

(1)Bynum iyi performans gösteremediği günlerde bile çok değerli bir oyuncuydu. Uzun basketbolcular ender bulunn birer mücevher gibidir. Nets Jason Kidd karşılığında Bynum'ı istedi ama Lakers yönetiminin hayır cevabıyla karşılaştı. Kobe bunu duyduğunda sinirden çıldırmış ve Bynum'ın yalnızca "dev bir bok parçası" olduğunu, J-Kidd için feda edilmesi gerektiğini söylerken kameralara yansımıştı.

(2)Kobe'nin 81 sayı attığı maçın üçüncü çeyreğini izleyin. Boş pozisyondaki Kobe'ye pas vermeyip hücum faul yapan bir Smush Parker ve basketbol topuyla bowling oynamaya çalışan bir Kwame Brown göreceksiniz.

(3)Paul Pierce aslında California'da doğdu. Küçükken Lakers taraftarı olmuş ve en büyük hayali Lakers'ta oynamakmış. Evet, olay gittikçe daha da saçma bir hâl alıyor.

(4)Marc Gasol şahane bir oyuncuya dönüştü ama o zamanlar kimse bunu beklemiyordu. İspanya ve Amerika'da basketbol yorumculuğu yapan hiçkimse Marc Gasol'un Pau'nun 1/4'i olabileceğini düşünmemişti. Özellikle de Chris Wallace'ın bundan haberi yoktu. O zamanlar Kwame Brown ve Marc Gasol arasında pek fark olmadığını zannetmişti. Bugünkü Grizzlies takımının savunma ve hücumunu Marc yönlendiriyor. Belki çok fazla asist yapmıyor ama hcumun akmasını sağlıyor. Ne diyeyim. Chris Wallace loto oynasın, ikramiyeyi fakir çocuklara dağıtsın.

Tuesday, March 27, 2012

Mr. Hardaway

Bugün Golden State forumlarında bir ankete rastladım: "Gelmiş geçmiş en iyi crossover yapan oyuncu kimdir?" Herkesin vereceği cevap belli: Tim Hardaway. Celtics forumlarında "gelmiş geçmiş en büyük pivot kim" diye tartışmaya ya da San Antonio barlarında tarihteki önemli 4 numaraları karşılaştırmaya benziyor.

Golden State, Çılgın Profesör Don Nelson önderliğinde 4.5 kısa oyuncunun koşturduğu, run&gun'a benzeyen, rakipten daha fazla sayı atmaya dayalı bir basketbol stili yaratmıştı. Oyunu  şekillendiren 3 basketbolcunun baş harfleriyle unutulmaz bir lakap yarattılar: TMC. Tim Hardaway, Mitch Richmond, Chris Mullin. 90'ların başında ligi alt üst eden "Run: TMC" hakkında, Mullin'in forması emekli edilirken yaşananlar sebebiyle bir şeyler karalamıştım. Hardaway TMC'yi sürükleyen basketbolcuydu. Topu hızla rakip sahaya taşır, isterse en doğru pası verir, isterse kendi bitirirdi. Kısa sürede ligin en değerli guard'larından birine dönüştü ama ona esas hayran kitlesi kazandıran ölümcül crossover'larıydı. Hiçkimse karşısında duramaz, hatta durmaya cesaret edemezdi. Ne tarafa gideceğini anlayamayan rakipler bazen gözlerine ışık tutulan tavşanlar gibi kaskatı kesilir, bazen de hamamda bayılan koca karılar gibi yerlere yuvarlanırlardı. Karşısında durmaya cüret eden onlarca oyuncu cin çarpmışçasına donakaldı (Kidd, Stockton, Ron Harper, Kenny Smith...). "Killer crossover" denen güzelliği en başarılı uygulayan oyuncuydu.

Iverson crossover'ın en büyük üstadlarından biri. Alston, Tinsley gibi sokaklarda ünlenmiş basketbolcular da olağanüstü crossover'lara imza attılar ama Tim Hardaway ligin crossover'a bakışını değiştiren isimlerin başında gelir. En iyi midir, bilmem ama en iyilerden biri olduğu aşikar.  

Ankete dönersek, Tim Hardaway oyların %93'ünü almış. Iverson %4, Wade %1, Rose %1, Oscar Robertson %1 ve Bob Cousy %0 oy toplayabilmiş. GS taraftarı zaten dertli, diğer isimlere oy verenleri forumdan banlamışlardır sanırım.

Monday, March 26, 2012

Mart 2012: Miami Heat vs OKC Thunder

Spurs, Lakers, Celtics... 2000'lere damga vuran süper yıldızlar ve efsanevî takımlar sonbaharlarını yaşamaktalar. LeBron, Howard, Paul, D-Will kariyerlerinin zirvesinde. Genç oyuncular MVP yarışını domine etmeye başladılar bile: Durant, Rose...(1) Genç basketbolcular yeni süper takımlarda top sektirdikçe yeni rekabetler doğuyor. Meselâ Thunder-Heat ya da Bulls-Heat. Tansyion artmış değil, henüz birbirlerinden nefret etmiyorlar ama on yıllardır NBA izleyenler nereye gittiğimizin farkındalar. Spoiler vereyim: Birkaç sene içinde Bulls ve Miami rekabeti çok karışık bir hâl alacak. Yalnızca takımlar arasındaki rekabetten değil, pek çok şahsî husumetin körüklediği kompleks bir yapıdan bahsediyorum. Play-off'larda karşılaşıp sürekli birbirlerini eleyecekler. Noah, Wade, Rose ve daha pek çok oyuncu sonraki playoff'lara dek bunun intikamını alıp yüzüğe ulaşmak için kendini motive edecek. Parkelerde atmosferin anbean gerildiğini hissedeceğiz: sözlü sataşmalar, tartışmalar, hatta kavgalar...

Gelecek vaad eden rekabetlerden "OKC vs Miami"nin bu sezonki ilk ayağına dün gece şahit olduk. Pek çok rekabette yıldız oyuncular başka mevkilerde oynadıkları için karşı karşıya geldiklerini pek görmeyiz. Kobe vs Duncan, Duncan vs Nash... Bazı rekabetlerdeyse yıldız oyuncular kendilerini hücuma saklayabilmek için birbirlerini savunmazlar. Meselâ Lakers vs Celtics finallerinde Kobe ve Pierce birbirlerini savunmazlardı. Bu defa LeBron ve Durant'in birbirlerini savunmaktan başka çareleri yok. Her iki takımın en önemli yıldızı karşı karşıya gelince, Wade de Westbrooke ve Harden'la uğraşınca maçın zevki katlanarak artıyor. Gelecekte çok daha büyümesi beklenen bu rekabetin ilk demlerini seyretmek için televizyonun karşısına geçtim. Kaçıranlar için özet NBA TV özet geçiyor:

Daha gergin geçmesini bekliyordum ama Oklahoma'nın maç boyu 10 sayı önden gitmesi atmosferin kızışmasına engel oldu. 4. çeyreğin ortalarında Miami oyundan düştü. Kevin Durant'in mük-kem-mel oyunuyla Thunder galibiyete uzandı: 28 sayı, 9 ribaunt, 8 asist. Başrolde Durant vardı elbette. Fakat aslan payını Miami pota altına veriyorum. Neden mi?

Aklı başında basketbol yorumcularının çoğu, iki senedir Oklahoma'nın kötü basketbol oynadığını söylüyor. Ligin en güçlü ve en derin kadrolarından birine sahip olmalarına rağmen Finaller'e kalamadılar. Takımda iç-dış dengesi diye bir şey yok. Ön alan oyuncuları savunma yapıyor, kısalar ise şut atıyor. Bir dakika soluklanıp basketbolun temeline inelim. İç-dış dengesinin önemi nedir? Eğer dış şut tehdidiniz yoksa rakip savunmalar içeri gömülür ve boyalı alandan sayı üretmenizi imkânsız hâle getirirler (bkz. Lakers), oyunun dengesi allak bullak olur. Oklahoma'da ise tam tersine rastlıyouz. Pota altı oyuncuları sayı tehdidi oluşturamadıkları için rakip savunmalar yalnızca Durant, Westbrook ve Harden üçlüsüne konsantre olabiliyorlar. Bu nedenle Thunder çok daha zor şutlara yönelmek zorunda kalıyor. Durant ligin en iyi hücumcusuna(2) dönüştüğü için el üstünden, düşerken, 20 metreden sayı atmakta zorlanmıyor. Hatta ölüm döşeğinde basket atabileceğini düşünmeye başladım. Westbrook ve Harden da topa hükmedip bireysel yetenekleriyle hücumu şekillendiriyorlar. Paslaşma sıfır, modern basketbolun bir numaralı silâhı olan pick&roll neredeyse yok. Tüm hücum bireysel yeteneklere emanet edilmiş. Fakat normalde sayı üretemeyen pota altı oyuncuları Miami karşısında muhteşem oynayınca Oklahoma cephesinde işler yolunda gitti.

Perkins (4.5 sayı ortalamasıyla oynuyor.) sezonun en yüksek sayısına ulaştı: 16. Sezonu 9 sayı ortalamayla oynayan Ibaka ise rakip potaya tam 19 sayı bıraktı.

Miami'nin pota altı korkunç bir hâlde. Pota altını iyi savunamıyorlar. Birileri oralarda duruyor ama işlevleri yok. Hologramik savunma mübarek. Görüntü var, ses yok. Hücumda da işler çok farklı değil. Pivot pozisyonunda bitiricileri yok. Geçtiğimiz günlerde kadroya kattıkları Turiaf (5-6 sayıyla oynar), 5 numaradan sayı üretebilecek tek oyuncuları (Oha!). Rakip savunmalar dış oyunculara, Wade ve LeBron'a konsantre olabiliyorlar. Pota altında savunulacak pek oyuncu olmadığı için penetre eden Wade ve LeBron'a çok iyi yardım savunması getirebiliyorlar (risksiz show up'lar, hücum faul fırsatları...). Oyun gittikçe daha çok sıkışıyor. Hele play-off'larda takımlar günler boyu rakiplerinin zaaflarını çalışıp, yeni oyun stratejileri belirledikleri için Oklahoma (Takımın yarısı atar, yarısı tutar), Miami (Pota altı boş. Savunmada yıldızlara konsantre ol, hücumda kendi uzunlarını kullan.), Celtics (Atletik yetenekleri zayıf, oyun kurucuları şut atamıyor. Rondo'yu serbest bırak diğer dört oyuncunun şut atmasını engelle.), Lakers (Dış şut tehditleri zayıf. Kobe'yi tut, diğer oyuncular pota altına gömülsün.) gibi temel zaafları olan takımlar problemler yaşıyorlar. Bu sebeple aradan Mavericks gibi pek şans verilmeyen takımlara sıyrılabiliyorlar. Tabii LeBron ligin en iyi pasörlerinden biri, Wade'in de ondan çok aşağı kalır yanı yok. Trafikte oyunun sıkışmasını bir nebze engelleyebiliyorlar am Mike Miller olmayınca dış şut tehditleri de zayıflıyor. Meselâ dün akşam Battier, özellikle maçın başında bulduğu boş şutların çoğunu değerlendiremedi. Play-off'lar geldiğinde Chris Bosh sezon başındaki formunu yakalayamazsa Miami'nin işi zorlaşacak.

Son olarak maçtan bir enstantane anlatayım. Dün akşam Oklahoma öne geçtiği için tansiyonun yükselmediğini söylemiştim ama istisnası var. Perkins'in ayağı Wade'in suratına gelince küçük bir gerginlik yaşandı. Hiç alevlenmeden konu kapanmış gibi göründü ama Wade'in bakışları oluşabilecek şahsî husumetlerin küçük bir örneği.
Adamın bakışlarından ölüm akıyor resmen. D-Wade kin besleyen bir oyuncu değildir ama bir sonraki maç (4 Nisan) kendisinden dev bir performans bekleyebiliriz. Aklıma geçen seneki smaç geldi hemen.

Tribünleri görünce heyecanlanmıştım(3) ama büyük umutlarla başlayan maç, "eh işte" diye bitti. Gelecekte büyümesini beklediğimiz rekabetten şimdilik bu kadar.

*

(1)Rose vs Durant: Rose vs Durant rekabetini hafife alıyoruz. Nedenini anlayabilmiş değilim. Biri Doğu'da, biri Batı'da. Her ikisi de 23 yaşında. Her ikisi de önce basketbolu düşünüyor. Her ikisi de LeBron ve tayfası gibi eğlenceli olmaktan değil, sessiz sedasız iş yapmaktan hoşlanıyorlar. Her ikisi de güçlü takımlarda oynuyorlar. Hâlâ tam farkına varamadık ama gelecekte bu ikiliden çok fazla hikâye çıkacak.

(2)Kobe hâlâ en teknik, en iyi fundamental'a sahip oyuncu ama Durant ligin en iyi skoreri ünvanını kazanmak üzere. Şutları zaten tanrısal seviyelere ulaşmıştı ama oyununu geliştirdiği çok net belli oluyor. Sırtı dönük oyunu hiç bilmezdi. Yaz aylarında birkaç önemli numara öğrenmiş. Saha görüşü zayıftı. Hatta top kaybı ortalaması, asist ortalamasından daha fazlaydı. Bu sezon hem 4 asist sınırına dayandı, hem de akıllı paslar vermeye başladı. Ribaunt ortalaması zaten uçtu: 8+. Süper skorerden komple süper yıldıza dönüştü. Hayran hayran izliyoruz.

(3)Oklahoma'nın seyircisi çatlak. Elbette ki Türkiye, Yunanistan gibi ülkelerle ile kıyaslayamayız ama "de-fans" demeye üşenen, tezahürat bulmaktan aciz Amerikanya tribünlerinin çok çok üstünde. Philly, Sacramento, Celtics (play-off'larda), MSG (başarı geldiğinde tam destek verir, başarısızlıkta tüm oyuncuları rastgele yuhalarlar) taraftarları ünlüdür ama Oklahoma şu an 1 numaraya yükselmiş durumda. Play-off'larda bütün tribünler geçen sene olduğu gibi aynı renkt-shirt giyecekler.

Sunday, March 25, 2012

Pistol Pete'in Saçları

Pistol Pete'i anlatacak değilim. NBA'in N'sinden.[1] haberdar olan herkes Maravich'in mükemmel hayalgücünü ve sihirli ellerini hayranlıkla izlemiştir. Gelmiş geçmiş en büyük oyunculardan biri mi? İlk 50'ye zar zor girer.[2] Fakat oyuna kattıklarını düşünelim. Mesela Dr. J atletizmiyle basketbolun çehresini değiştirmiştir[3]. NBA'i çok sevilen bir organizasyona dönüştüren Magic vs Bird rekabeti[4] ise insanlığı şut atıp süper pas verebilen forvetler ve pas yeteneği aşmış uzun oyun kurucularla tanıştırmıştır. Pistol'ın da basketbolu renklendirdiğini söyleyebiliriz; ters yöne bakarken verilen paslar, bacak arasından ya da sırtın arkasından yapılan asistler, fantastik turnikeler... Ofansif yaratıcılığını anlatmak mümkün değil, görmek lâzım. 25 sene önce öldü ama eğlenceli karakteri ve basketbol üslubuyla hala NBA severlerin ilgisini çekiyor. Tabii basketbol oynadığı senelerde de aynı ilgiye mazhar oluyor, parke dışında bile çok seviliyordu.

Geçenlerde, rol aldığı mük-kem-mel bir saç spreyi reklamına rastladım. Pete Maravich NBA'deki en süper saçlara sahipmiş. Kullandığı sprey saçları düzleştirmez ama canlı tutarmış. Kampanya bu tema üstüne kurulu. Bir de Pistol ve basket topu arasındaki enteresan ilişki ön plana çıkarılıyor tabii ki. Çok keyifli. İzleyin, izlettirin
 
Son reklamdaki şarkı dilime dolandı günlerdir mırıldanıyorum, sözlerini yazayım, biraz da size dert olsun:

dry control by vitalis
you can't see it but you know it's there
(you're using)
dry control by vitalis
natural hair


***

[1]"NBA'in N'si" ne iğrenç tamlamaymış. Yazarken fark ettim. Bundan sonra asla kullanmayacağıma and içiyorum 

[2]Çok uğraştım ama ilk 50'ye sokamadım. Neden mi? Hiç şampiyon olamadı (Tabii takımları çok güçlü değildi. Başarısızlık için yalnızca Pistol'ı suçlayamayız. Fakat sadece kariyerinin son senesinde playoff ilk turunu geçebildi!). Asla MVP ödülünü kazanmadı (1976-1977'de 31-5-5 istatistikleriyle oynadı ama ödül Kareem'e gitti.) Yalnızca 2 kere NBA ilk 5'ine seçildi... 90'larda Pistol klipleri izleyip paslarını taklit etmeye çalışırdım (sonuç: epic fail). Özel olarak sevip saydığım bir basketbolcuyu ilk 50'ye alamadım maalesef. Hatta şimdi fark ettim, çok sevdiğim oyuncuların hiçbiri "en büyük" (GOAT) tartışmalarında yer almıyor zaten. Ben NBA'i Hakeem'le sevdim. Aldığım ilk formanın üstünde 34 yazıyor. İstese muhtemelen veririm ama ilk 10'a alamıyorum. Önünde 5 uzun var hatta: Russell, Kareem, Wilt, Duncan, Shaq. Mesela gelmiş geçmiş en sevdiğim oyun kurucu John Stockton. İlk 20'de bile değil. Mazlumun yanında duran bir karanlıklar prensi miyim, yoksa ezik herifin teki miyim, anlamadım gitti. 

[3]Erving yeni bir oyuncu tipi icat etti. David Thompson, Clyde Drexler, Michael Jordan, Kobe  Bryant, Dwayne Wade... Bu oyuncuların hepsi Dr J'in açtığı yoldan gittiler. Hepsi Dr J'in icad ettiği oyuncu tipini kopyalayıp atletik yeteneklerini bu role kanalize ettiler. Ve hepsi Dr. J'den daha iyi bir şutöre dönüştü. :( Üzülme Doktor, sen gönüllerin şampiyonusun.

[4]NBA 60'lara dek beyazların oyunuydu. Takımlarda en fazla 2 siyah oyuncuya yer veriliyordu. Russell, Wilt, Big O... Olağanüstü afro-amerikalı basketbolculara direnemediler ve 60'ların ikinci yarısında lige siyah oyuncular akın etti. 70'lerde Amerikalılar'ın NBA'e gösterdikleri ilgi iyice yok oldu. Artık hiç kimse "esrar içen bir grup zenci" seyretmek istemiyordu. Magic vs Bird bu makus talihi tersine çevirecekti. Biri beyaz, biri siyah; biri Celtic, diğeri Laker; hem reyting rekorları kıran kolej ligi finalinde karşılaştılar, hem de aynı izleyici kitlesini NBA Finali'ne taşıdılar. Lig bir daha arkasına dönüp geriye bakmadı. ve bugünkü milyarlarca dolarlık organizasyona dönüştü.

Thursday, March 22, 2012

...Artçı Transferler

Takas döneminin ardından serbest oyuncuların dahil olduğu irili ufaklı hamleler geldi; Bazı takımlar kadrosunu derinleştirdi, bazıları veteran ihtiyacını karşıladı, bazıları yıldızı sönmüş oyuncuları denemeye karar verdi. Belli başlı hamleler şöyle:

CHANDLER DÖNDÜ
Wilson Chandler da pek çok oyuncu gibi lokavt devam ederken Amerika dışında basketbol oynamaya karar verdi. Geçen sezondan takım arkadaşı JR Smith'le beraber Çin'in yolunu tuttular. D-Will, Gasol, JR ve nicelerinin aksine lokavt bitince değil sezon sona erdiğinde Amerika'ya geri dönecekti. Oynadığı takım (Guangşa Aslanları) playoff ilk turunda elenince Chandler da Denver'a geri döndü.

Wilson Chandler çok değerli bir oyuncu. Pek çok NBA takımı peşinden koşuyordu zaten. Atletik yetenekleri en hızlı hücum eden takımlar için bile yeterli; rakip sahaya koşar, savunmaya yetişir, iyi sıçrar... Üstelik hem orta mesafeden, hem de 3'lük çizgisinin gerisinden istikrarlı bir şutör. Çin'de yakaladığı istatistikleri söyleyeyim hemen: 26.5 sayı, 11.5 ribaunt, 2.5 asist, 1.5 top çalma. Çin'de ilk kez parkeye çıktığında 43 sayı 22 ribaunt yapmış (Oha!). Playoff sıralamasının belli olacağı normal sezonun son maçındaki istatistikleri: 41 sayı, 18 ribaunt.
Tabii Çin Ligi'ni abartmamak lâzım. 30 küsür maça çıkan JR Smith 35 sayı, 7.5 ribaunt, 4 asistle oynadı meselâ. Fakat Chandler'ın JR gibi oyunu domine etmek, sürekli şut kullanmak, ayna karşısında "daha çok süre alsam şimdiye Kobe olurdum" diye kendi kendine konuşmak gibi hevesleri yok. İşte Chandler'ın bir başka özelliği daha: Takım oyuncusudur. Şut ritmini bulmak için insiyatif kullanmak zorunda değildir. Hücumun bir parçasına, hatta uzvuna dönüşür. Kariyerinin ilk senesini çıkarırsak NBA istatistikleri şöyle: 15 sayı(%45), 5.5 ribaunt.

Chandler'ın kontratı yazın bitiyordu, sözleşme yenileme kararı aldı. Ben yine de Denver'da kalmayacağını düşünüyorum. Sezon sonunda kontratı biten (1 sene opsiyonlu) başka bir oyuncu daha var: Javale McGee. Ben Chandler'ın yerinde olsam, kariyer planlarımı McGee'nin koordinatlarına göre yapardım. McGee Denver'da kalacaksa başka bir takıma, hatta Doğu Konferansı'na giderdim. Zaten Javale McGee süt kardeşim olsa evlatlıktan istifa eder, kendime yeni bir anne bulurdum diye düşünüyorum. Du bakalim n'olacak?


RONNY TURIAF, MIAMI
Denver yönetimi şahane bir rol oyuncusuna kavuşmanın mutluluğuyla Ronny Turiaf'ı serbest bıraktı. Turiaf, Nene takasında Javale McGee'yle birlikte gelmişti. Sonuç herkes için iyi oldu. Turiaf  pozitif bir oyuncudur. Dakika bulamayacağı bir takımda kıç büyüteceğine pota altı zayıf olan bir takımda hoplayıp zıplasın. Pota altı zayıf deyince akla hemen Miami geliyor tabii. Haber duyulur duyulmaz Turiaf'ın üstüne atladılar. Sakatlıklar sebebiyle performansı düşmüş olabilir ama risksiz transfer dedikleri bu olsa gerek.  Takımın moraline en ufak zarar vermez, aksine tüm arkadaşlarıyla iyi geçinir. Soyunma odasında herkese destek olur. Saha kenarında amiyane tabirle takıma gaz verir. Spektaküler hareketleri coşkuyla karşılar, güzel pasları alkışlar.[1]... En önemlisi, enerjisini parkelere de taşır. Asla bencillik yapmaz. Orta mesafe şutlarında belli bir istikrarı var (Gerçi Bosh ve Haslem da o açığı kapıyorlar.). Hareketliyken topu aldığında potaya yönelebilir (Özellikle LeBron bu özelliği verimli kullanacaktır.). Rakip pota altı oyuncularını (Amar'e, Boozer...) zor durumda bırakabilecek birkaç post-up numarası vardır. Daha da ne olsundur?
Sürekli enerjisinden bahsediyorum ama asla çok ribauntçu bir oyuncu olmadı (4-4.5 ribaunt). Genelde enerjik oyuncular çok ribaunt aldıkları için söylediklerim paradoks gibi gelebilir. Fakat ribaunt enerjiden çok zamanlamayla alakalıdır. Hatta daha da ileri gideyim. Ribaunt zamanlamadan çok parmak ucu hassasiyeti ile ilgilidir. Yani Miami'nin ribaunt sorunu çözülmedi. Lakers, Bulls, Oklahoma, Dwight Howard (Orlando değil), hatta Memphis onları zorlayacak takımlardan birkaçı. Haftalardır Chris Kaman'ın peşinde koşuyorlar. New Orleans iflas bayrağını çekip NBA yönetimine devredilince takıma reset atmaya karar vermişlerdi. Chris Paul yazın takımdan ayrıldı. Lakers CP3 ile anlaşmaya varmıştı ama NBA yönetimi "siz çok güçlü oldunuz" deyip Clippers'ı tercih etti. Hâlâ Hornets'i idare eden yönetim Kaman'ın Miami'ye gitmesine göz yummayacaktır. Şampiyonu lig yönetimi tayin etmiş gibi görünebilir. Hatta birkaç sene içinde Miami ligi domine edip hanedana dönüşeceği  için David Stern Los Angeles ya da Chicago'da suikaste kurban gidebilir. Ben de sinirden mahalleli çoluk çocuğu keserim artık. Yapma Stern. Seneler boyu sürecek Chicago-Miami rekabetinin heyecanından mahrum kalmayalım. Oklahoma-Miami finallerini keyifle izleyelim. Durant ve Rose birkaç kere finalde karşılaşsınlar. New York bu seviyeye çıkmaya çalışsın (Oha! Sonuncusu şakaydı).[2]

Kaman abartı olurdu, Turiaf tam oldu. Youtube'u karıştırırken Turiaf'ın bir videosunu buldum. Arkada Outkast'in eğlenceli bir parçası varmış, hemen ekleyeyim dedim. En kötü hip-hop'çıların "Say muh neim biatch! Mothafucka" diye bağırdıkları basketbol videolarını pek sevmiyorsanız çekinmeyiniz, tıklayınız


GILBERT ARENAS, MEMPHIS

Arenas'ın anlatılacak pek bir yanı yok. Çatlağın teki. Draft ilk turunda seçilmeyince azmedip all-star seviyesine çıkan, Golden State ve Washington aynı parayı teklif edince yazı tura atıp kariyerini şekillendiren, 3'lük çizgisinin birbuçuk adım gerisinden son saniye basketini atıp, henüz şut girmeden galibiyeti kutlayan, "Bu gece 50 sayı atacağım" deyip 30 şutta 14 sayı bulabilen fantastik bir arkadaşımız. Washington'da yaşanan silâh skandalı[3] takımdan gönderilmesine, yaşadığı sakatlıklarsa piyasa değerini kaybetmesine sebep oldu. Tekrar çıkış arıyor. All-star öncesi Lakers'a gideceği konuşuluyordu. Los Angeles ekibi guard ihtiyacını karşılayınca başka bir iddialı takıma, Memphis'e gitti.

Memphis Batı Konferansı'nın iddialı takımlarından biri. Geçen sene kimse başarılı olmalarını beklemiyorken hırslandılar. And içtiler, "playoff'lara kalana dek sakallarımızı kesmiyoruz" dediler. Memphis 5 sezon sonra playoff'lara kalınca huzurla sakallarını kesen oyuncular önce  1 numaralı seribaşı San Antonio'yu devirdiler. Ardından Oklahoma ile yedinci maça dek savaştılar. Konferans Finali'ne çıkamadılar ama herkes heyecan içindeydi. Ve aynı heyecanı bu sezona taşımayı başardılar.
Memphis topa sürekli baskı yapan, çok iyi dış savunma yapan, uzun ve kalıplı pota altı oyuncularıyla rakibe geçit vermeyen bir takım. Marc Gasol'ün pas yeteneği sayesinde hücumda da topu çok iyi paylaşıyorlar. Randolph ve Gasol hem ribaunt, hem boyalı alan sayılarında ligin en üst sıralarında. Rudy Gay, Mayo, hatta Conley gibi işler sıkışınca belli roller alabilen oyuncuları mevcut. Yüzlerce gazetecei Tony Allen'ın şu an NBA'deki en iyi savunmacı olduğunu iddia ediyor. Ne eksik? Şut.

Sene olmuş 2012. Kimse Arenas'ın LeBron'lu Cleveland'la Doğu Şampiyonluğu için savaştığı, rakip potaya 40 sayı bıraktığı günlerdeki gibi dönmesini beklemiyor. Memphis cephesinin aradığı belli: İsikrarlı bir dış şutör, takımın pas trafiğini bozmayacak, aksine zenginleştirecek bir guard, kritik anlarda sakin kacalak bir çift bilek. Arenas puzzle parçası gibi oturdu. Eğer sağlığına kavuştuysa (şüpheli) ve "deliyim, delişmenim" diye parkede gezinmeyecekse şahane transfer. Memphis başarıyı Iverson'ı gönderip gençlere dönünce yakalamıştı. Arenas hamlesiyle daşa dönmediler mi? Iverson saf skorer. Topa hükmettiği için hücumların çoğu onun üstünden döner. Arenas vakası ise daha farklı. Kendini hücumun organik bir parçasına dönüştürebilen Arenas, Grizllies'e güç katacaktır. Gibi görünüyor şimdilik.


FISHER ŞAMPİYONLUK KOVALAYACAĞI BİR TAKIMA GİTTİ

Fisher hakkında yazacak pek bir şey kalmadı. Birbuçuk senedir Miami peşindeydi. Hem soyunma odasında tecrübeli bir veteran, hem de kritik anlarda soğukkanlı bir şutör arıyorlardı. Fisher kontratının son senesinde Houston'dan alacağı paradan vazgeçip serbest kaldı. Kariyerinin sonunda şampiyonluk hedefleyen bir takımda oynamak istiyordu. Herkes Miami'ye gideceğini düşünürken OKC yönetimi genç kadroyu pozitif etkileyebilecek Fisher'ı kaçırmadı. Şu form ve fizikî hâliyle oynadığı takıma yarardan çok zarar getirebilir gibi görünüyor ama Thunder'da küçük bir rol alabilir. Aslında Kevin Durant gibi olgun bir süper yıldız varken çok çok gerekli bir hamle olduğunu söyleyemeyiz. Thunder Scot Brooks'u (Herif adeta Ateşten Gömlek amk) göndermeli ve "takımın yarısı (Durant, Westbrook, Harden...) hücum etsin, diğer yarısı (Ibaka, Perkins...) zinhar şut atmasın" taktiğinden vazgeçmeli. Bu kadar özel oyuncuların olduğu bir takımı izlemek işkenceye dönüşüyor. Bile bile kötü basketbol seyrediyoruz.


MEMO ?

Mehmet Okur ne yapacak? Senelerdir sakat. Nets, Gerald Wallace karşılığında Portland'a göndermişti. Tüm takımı yenileyip, camia üstüne çöken lâneti yok etmek isteyen Portland, Memo'yu serbest bıraktı. Türkiye'ye dönebileceği konuşuluyor. Şimdilik boş bırakıyorum. İstikameti kesinleşince yazarım.


***

[1]LeBron'un Cleveland günlerini hatırlayın. Arkadaşlarıyla şakalaşan, "showtime"vari basketboldan zevk alan, fantastik asistlerden haz duyan bir insan. LeBron kazanmayı obsesyon hâline getirmediği için eleştirilmeli. Fakat unutmayalım ki, asla bencil olmadı. Yakaladığı istatistikler oyunun doğası gereği (Ya da herifin atletik özellikleri doğaüstü.). Tüm takım lise öğrencileri gibi beraber hareket edince, güzel hareketleri kutlayınca mutlu oluyor. Turiaf'ın getirdiği hava en çok onu mutlu edecektir.

[2]New York bu kadroyla yola devam ederse hayallere, nostaljiye devam: "Willis Reed 7. maçta Wilt Chamberlain'i nasıl da denize dökmüştü", "Frazier basketbola dönecek diyorlar", "Ewing o turnikeyi nasıl kaçırır"... 

[3]Arenas, takım arkadaşı Crittenton ile poker oynarken tartıştı. Kavga büyüdü, soyunma odasına tabancalar götürüldü. Bireysel silahlanmaya karşı çıkmak için ismini 'Bullets'tan 'Wizards'a çeviren camia deliye döndü. Normalde oyuncuların özür dilemesi beklenir. Arenas ise maç öncesi silâh şov yapmayı tercih edecekti.

Tuesday, March 20, 2012

Chris Mullin'in Forması Emekliye Ayrıldı

Chris Mullin lige girdiği ilk senelerde potansiyelini gösteremedi. Kolej yıllarında alkol kullanmaya başlamış ve profesyonel kariyerine başlayınca alışkanlıklarından vazgeçememişti. Kötü oynamıyordu ama all-star seviyesine yükselmek için kendini yenilemek zorundaydı. Tam bu sıralarda "Çılgın Profesör" Don Nelson, Golden State'in başına geçti. Nelson dalgalı kur gibidir. Kimsenin değer vermediği kimya formülleriyle mücizeler yaratır, birkaç sene sonra çılgın deneyleri sonucu tüm laboratuvar patlar. "Bu defa nasıl bir manyaklık yapacak" diye bekleyenleri hayal kırıklığına uğratmayacaktı. Sahaya beş kısayla (3 guard ve 2 forvet[1]) çıkmayı tercih etti. Sürekli koşan, rakip sahada oyalanmayıp hemen şut atan takım %50 galibiyet seviyesinin üstüne çıktı. Hatta konferans yarı finaline dek yürüdüler.

Modern basketbol 4 kısa+1 uzun tertibiyle oynanıyor. Run&gun benzeri sistemler deneyen takımlar ortalama 14 saniyede şut atıyorlar. 2012'den bakınca Don Nelson'ın yaptıkları çok da manyakça değil ama 80'lerde NBA'i düşünün. Pek çok takımda yalnızca ribaunt alabilen, 2 metreden şut atamayan 4 numaralar var. Mesela 1980'lerdeki genel menajerler Mehmet Okur'u görse uzaylı görmüş gibi kaçarak uzaklaşır. Korkudan tuğla sıçar. Nelson her zaman aykırı bir koç oldu. Hido gibi oyun kurabilen 3 numaraları kullana kullana tüm lige kabul ettirdi. Defalarca şapkadan tavşan çıkardı. Bir o kadar da saçmaladı, tüm takımı mahvetti. Çılgın Profesör bugün NBA Tarihi'nin en çok maç kazanan koçu. Tabii en çok maç kaybeden koçlar listesinde de üst sıralarda.

Don Nelson parkede tüm basketbol otoritelerinin kafasını karıştırırken oyuncularıyla da enteresan ilişikiler kurdu hep. Meselâ Chris Mullin. NBA'e ilk girdiği senelerde alkol problemi yaşadığını söylemiştim. Nelson, Mullin'i karşısına aldı, rehabilitasyona gitmesi gerektiğini anlattı. İkna olan Mullin iki ay boyunca rehabilitasyona gitti, saçlarını kestirerek ruhani değişimi sembolize etmişti muhtemelen. Kendini tekrar basketbola adayınca tüm kariyeri değişecekti. 5 sene boyunca 25+ sayı, 5+ ribaunt ve 4+ asist ile oynadı. Sürekli all-star onuruna ulaştı. NBA en iyi 5'ine ve NBA en iyi ikinci 5'ine seçildi. Lige girdiğinde %18 ile 3'lük atan Mullin, bu alandaki istatistiğini %45'e dek yükseltince ligin zirvesine yerleşti.[2]
John Havlicek'e ithafen 17 forma numarasıyla oynuyordu ama daha taze bir örnek vereceksek Larry Bird'e benzetilebilir. İstatistik kâğıdının pek çok alanına katkı yapıyordu. Olağanüstü şutları ve paslarıyla rakip defansı allak bullak ediyor, tüm takımı 3 numara pozisyonundan yönetebiliyor, takım arkadaşlarını en iyi pozisyonda topla buluşturuyordu. NBA Tarihi'nin en büyük solak oyuncularından biriydi[3] Mullin. Zaten 92 Dream Team'e seçildiği için döneminin en iyi oyuncularından biri olduğunu biliyoruz.

Yaşlandıkça rolü küçüldü ama kariyerinin sonunda Indiana Pacers'la son kez playoff heyecanı yaşadı. Reggie Miller önderliğindeki Pacers, konferans finallerinin 7. maçında Bulls'a boyun eğecek[4], 2000 Finalleri'ndeyse Lakers'a mağlup olunca Mullin son bir sezon  daha evinde, Warriors'ta oynayıp kariyerini noktalayacaktı.

Mullin basketbolu bırakmadı. Efsane statüsüne yükseldiği Golden State'in genel menajerliğine getirildi. Birkaç önemli ismi takıma kazandırmıştı ama yaptığı bazı anlaşmalar için eleştirilmişti: Ölü Chris Webber, serbest atış makinesi Corey Maggette, Jamal Crawford'un yüklü kontratı... Tekrar koçluğa getirdiği Don Nelson önce takımı konferans yarı finaline çıkardı. Golden State Don Nelson ve Chris Mullin'le zirveye çıkabilir miydi? San Francisco/Oakland halkının elleriyle büyüttüğü, solarken dirilttiği umutlar affedersiniz kıçlarında patladı. Yalnızca bir sene sonra takım 25 galibiyet seviyesine indi. Ligin dibine demir attı. Don Nelson bir kez daha laboratuvarı havaya uçurmuştu.

Takımı sil baştan kurmaya karar verdiler. Oyuncular, koç, hatta takım formaları... Chris Mullin de bu değişimden payını aldı ve Golden State efsanesinin kontratı yenilenmedi.
Golden State hâlâ savunma yapmayan, yalnızca skor üreten bir takım olduğu için geçtiğimiz günlerde kadroyu yine değiştirmeye karar verdiler. Ellerindeki en önemli skoreri, Monta Ellis'i takasta kullandılar. Hele şükür Stephen Curry ve Monta Ellis'in hücumu sürüklemelerine rağmen savunmada handikap yarattıklarını ve birlikte oynayamacaklarını anlamışlardı. Daha doğrusu geçen yaz takımı satın alan Joe Lacob önderliğindeki şirket anladı. Sezon başında playoff'a kalacaklarını iddia etmişlerdi ama zararın neresinden dönsen kârdır (15 senedir savunma yapmıyorlardı, belki önümüzdeki sezon daha dirençli bir takım seyredebiliriz.). Tam da bu 'kötü' günlerde Hall of Famer Chris Mullin'in forması Oracle Arena'nın tavanına çekildi. 17 numaranın emekliye ayrılacağı tören için bütün taraftarlar, pek çok eski Warrior salona akın etmişti. Fakat hiçkimsenin beklemediği bir şey oldu: Hem son takaslar, hem de takımın kötü gidişinden dolayı kafayı sıyırmış taraftarlar takım sahibini yuhaladı. Dakikalarca! Öyle ki Lacob konuşacak vakit bulamayınca Chris Mullin bizzat araya girmek zorunda kaldı
"Golden State taraftarı Dünya'nın en büyük taraftarıdır. Bunlara gerek yok." Nafile. Salonu dolduran binlerce insan, Mullin mikrofonu bıraktığı anda tekrardan bağırmaya başlıyorlardı: "Yuh!" O sırada Golden State tarihinin en büyük efsanesi Rick Barry (aynı zamanda lig tarihinde Nihat Doğan'a en çok benzeyen oyuncudur muhtemelen[7]) mikrofonu ele aldı: "Kalitesiz davranıyorsunuz! Sabredin, para başganda, bizi diskoya götürecek. Kaliteli olun." Kimse sakinleşmeyince Lacob Mullin'i ve yaptıklarını hızlı hızlı anons edip çekilmek zorunda kaldı.
Golden State taraftarı ligin azılı gruplarındandır.[5] Philly tribünleri kadar olmasa da ateşli olduklarını söyleyebiliriz. Taraftar, sezonu kapatmış müzmin sakat Andrew Bogut yerine başka bir oyuncu bekliyordu muhtemelen. Belki de Ellis'in değil,[6] kronik bilek sakatlıklarıyla uğraşan Curry'nin gönderilmesini bekliyorlardı. Takım yönetimi, takaslarla birlikte bu sezon için hiçbir hedefleri kalmadığını, draft için iyi bir yer kovaladıklarını ilân etmiş oldu. Sezon başında koç Mark Jackson'ın açıklaması hâlâ kulaklarımda: "Playoff garanti." Taraftar loser olmaktan bıkmış; şirazesi kaymış, cd'yi çizmiş. Ama protestonun yeri ve zamanı daha yanlış olamazdı herhâlde. Chris Mullin'in en özel gününü mahvettiler. Hem taraftar, hem takım sahibi, hem de Rick Barry kedi şovunu yapıp Mullin'i gölgeledi. Şampiyonluklar kazanmayı saymazsak bir basketbolcu için düşünülebilecek en anlamlı hatıra, kendi formasının yıllarca ter akıttığı salonda ebediyete nakledilmesidir. Mullin belki de ölmeden hemen önce bugünü hatırlayacak. Çok yazık oldu.
Üstelik ben Golden State'in seneler sonra bir yola girdiğini düşünüyorum. Bogut aşısı tutmayabilir ama en azından bir karar verebildiler. 15 sene sonra. Nihayet.


**

[1]Mitch Richmond, Tim Hardaway, Sarunas Marciulionis, Chris Mullin, Rod Higgins. 5 numara oynayan Rod Higgins'i Kareem ile kıyaslayalım; Higgins: 2 m, Kareem: 2.20 m

[2]%40+ elit 3'lükçü kategorisidir. %45 ve üstü için kısaca oha diyoruz.

[3]Saydım, altıncı çıktı. Sırasıyla Bill Russell, Willis Reed, David Robinson, Dave Cowens, Tiny Archibald, Chris Mullin

[4]"‘98 Playoffları için favori ânım Doğu Konferans Finalleri’nin yedinci maçıdır. Genç Pacers, Bulls’u sallıyor. Galibiyete ulaşacaklarını hissediyorlar. Fakat Pippen kritik bir top kaybını engellemek için canla başla çalışıyor, Jordan dizleri izin vermediği için şutları girmeyince sürekli potaya drive edip serbest atış çizgisine gidiyor. Jordan ve Pippen maçın bitimine saniyeler kala sahanın ortasında hafifçe eğilmiş, tükenmiş, kutlama yapacak enerjileri kalmamış bir hâlde ellerini dizlerine koymuş soluklanıyorlardı. O maçta MJ ve Pippen 43’te 15 attılar, Chicago %38’le atarken Indiana ise %48’le şut sokuyordu. Fakat Bulls irade ve tecrübesiyle kazandı."

[5]Ateşli dediysem de Yunanistan, Türkiye gibi ülkelerdeki tribün zenginliğiyle kıyaslamak mümkün değil tabii. Devre arasına dek kimsenin gelmediği Miami maçlarını, "De-fans" diye bağırmaya üşenen NBA tribünlerini düşünün. Knicks (başarı gelince çılgınca desteklerler, mağlubiyetlerde akıllarına gelen herkesi topa tutarlar), Celts (playoff'ta atmosfer bambaşka olur), Philly (bence NBA'in en ateşli taraftarı) gibi eski doğu takımları ve Oklahoma (takım yeni olduğu için çok heyecanlılar), Sacramento, Lakers (sadece arka sıralarda oturan latin kökenli fanlar) Golden State gibi bazı batı takımları çok şanslılar.

[6]Andrew Bogut bir daha asla %100'e çıkamayacağını düşünüyor.

[7]Ruhen Nihat Doğan'a benzettiğim adam, NBA Tarihi'nin en büyük beyaz oyuncularından biri. Kimse sevmediği için pek bahsedilmez ama saydım, dördüncü çıktı. İlk 10 şöyle: Larry Bird, Jerry West, Dirk Nowitzki, Rick Barry, Jason Kidd, John Stockton, George Mikan, Bob Cousy, Pistol Pete, Nash. Onbirinci isim de Chris Mullin.

Blake Griffin'li Kia Reklamları

Blake Griffin, kazandığı 2011 Smaç Şampiyonası'nda bir otomobilin üstünden atlamıştı. Aylar boyunca nereye baksak bu smacı gördük; spor programları, internet siteleri... Griffin'in atletik özelliklerini anlatacak kelime yok. Bana sorarsanız küçükken topu nükleer reaktöre kaçmış. Burdan bakınca adem evladına benzemiyor. Zaten Smaç Şampiyonası'nda insan olmadığını kanıtladı.

Önce uzak mesafeden zıpladı. 360 derece dönüp kafasının ardından getirdiği topu smaçladı. İkinci smacında Baron Davis panyanın kenarından pas verdi (topun potadan ne kadar uzaklaştığını siz hesap edin) Griffin değirmenle bitirdi. Parkeye üçüncü gelişinde Vince Carter patentli "dirseği çembere takmak" smacını yaptı. Ama önce panyadan kendine pas verdi! Son smaçtaysa arabanın üstünden atladı. Aptal aptal televizyona bakıyordum. Beynim akmış gibiydi. Tekrar düşünebilene dek 15 dakika geçmiştir sanırım. Hala smaçları izlemeyen kaldıysa sizi şöyle alalım,

Belki de en sıradan smacı sonuncusuydu ama işin içine araba faktörü girince insanlar aylarca bu smaçtan bahsedecekti. Kia da zaten herkesi heyecanlandıran Blake+Kia gösterisini reklam kampanyasına dönüştürdü. Çok iyi yapmışlar. Griffin ilk reklamlarında ot yiyen öküze benziyordu. Artık rahatlamış, kameralara alışmış, ortaya süper reklamlar çıkmış.

Blake Griffin Kuaförde
-Söylediğim hiçbir  şeyi dinlemiyor. Sanki duvara konuşuyorum. Bu çok moral bozucu.
Blake: Kimin iyi bir dinleyici olduğunu biliyor musun Mary? UVO. Kia'nın sese duyarlı bilgi-eğlence sistemi. Ne yapması gerektiğini söylüyorsun, o da dinliyor.

Blake Griffin Kampta
-Bu hiç güvenli değil.
Blake: Haklısın Aaron. Güvenli değil. Peki neyin güvenli olduğunu biliyor musun? Kia. Kaza güvenliği notu 5 yıldız.

Blake Griffin Kanepede
-Bunu katlamak imkânsız.
Blake: Neyin katlanması kolay, biliyor musun Phil? Kia dikiz aynalarının. Bir tuşa basıyorsun, otomatik olarak katlanıp açılıyor.

Blake Griffin Müzede
-Fantastik. Çok etkileyici.
Blake: Elbette ki Arthur. Başka neyin etkileyici olduğunu biliyor musun? Kia. Hem beygir gücü, hem de benzin tasarrufu bakımından kendi türünün zirvesinde.

Blake Griffin Laboratuvarda
Blake: Bir arabanın üstünden atlamaktan daha çılgınca olan şey nedir? Arabanın üstümden atlaması. İyice baktım ve bu işin tamamen mümkün olduğunu anladım.
Bilim adamı kıyafetleri giyen Jeff Goldblum arkasını döner, Griffin'le tokalaşıp "Doğru dedin BG. Elbette ki bunu ben de biliyorum. Ben bir 'smacolog'um" der. Goldblum, aslında teorik fizikçiyim, diye mırıldanırken arkadan ponpon kızlar, bilim adamları, uzun tahta sopaların üstünde yürüyen bir cambaz¹ geçiyor. ve bir arabanın önüne basketbol topu bantlandığını görüyoruz. Goldblum minyatür test maketinin önün geçip, "Araba tam hızla gelecek rampanın üstünden atlayacak ve Griffin'in üstünden smaç basacak" diyor. Asistanına "kuantum ateşleyicilerini %20 arttırın" diye fısıldayıp rampa üstünde duran adama son durumu soruyor. Mükemmel cevabını alınca arabanın güzelliğinden bahsedip, 'overthruster'ları² 62 dereceye ayarlayın diye bağırıyor. Sonunda başlama emrini veriyor: Ateşle. Tabii ki Blake "mola" demeye kalmadan araba rampayı parçalayıp Griffin'e çarpıyor.

***

¹Stiltwalker. Evet, Türkçesini bulamadım.

²Jeff Goldblum'un rol aldığı, eğlenceli bir fantastik bilim kurgu var: Buckaroo Banzai'nin Maceraları. Bu meşhur filmde bir zaman makinesi var. Geleceğe Dönüş'teki zaman makinesi için akım kapasitörü neyse, Buckaroo için de over-thruster odur.