Friday, May 25, 2012

Bir Hanedanın Yıkılışı

Hele şükür tercümeyi bitirebildim (Bir ara hiç bitmeyeceğini, ebediyen bu kitabı çevireceğimi sanmıştım.). Her zamanki gibi ucundan kıyısından kırptım biçtim, böldüm yönettim. "Hangi zaman" diye düşünüyorsanız, muhtemelen yazı serisinin diğer bölümlerini okumamışsınız demektir. Vakit kaybetmeden,
Birinci bölüm: Bir Hanedanın Şafağında
İkinci bölüm: Muhteşem Üç Yıl

Shaq'in gözünden Lakers Hanedanı bittiğine göre vakit kaybetmeksizin playoff heyecanına geri dönüyoruz. Başka bir çeviride görüşmek üzere. Beni bekleyin anacığım.

Mağlubiyet
3 farklı ameliyat seçeneğim vardı; daha önce denediğim ama işe yaramayan küçük bir operasyon, beni birkaç ay basketboldan uzak tutacak standart ameliyat ve balerinler için kullanılan, rahatsızlığı tamamen yok edecek uzun bir tedavi. Son seçeneği kabul etmek istemiyordum. 6 ay boyunca oynamamak kulağa korkunç geliyordu çünkü. Phil Jackson ise ısrar etmişti: "Sakatlığın çok ciddi ve zıplamanı engelliyor. Vücudunun diğer bölgelerine çok yük biniyor. Eğer bu işi hâlledersen 40 yaşına dek oynayabilirsin." Keşke Phil'i dinlemiş olsaydım. Kazanıyorduk. Tedavi süreci gözümde büyüyordu: tam 6 ay. Kontratımı uzatmak için yaptığımız görüşmelerde ilerleme kaydedememiştik üstelik. İkinci seçeneği kabul ettim. Yardımcı oldu mu? Biraz. Fakat sakatlığım asla geçmeyecekti.

Hem karar vermek, hem de doğru doktoru bulmak epeyce zaman aldı. Ameliyat için yaz mevsiminin sonlarına dek bekleyecek ve sezonun ilk 12 maçını kaçıracaktım[1]. Harekete geçmekte niye bu kadar geciktiğimi soran bir gazeteciye şöyle söylemiştim: "Basketbol sezonunda sakatlandığıma göre, basketbol sezonunda iyileşeceğim." Phil memnun olmamıştı; tabii Jerry Buss da. Söylediğim en zekice cümle değildi muhtemelen.

Sezona 11-19'la başlamamıza rağmen toparlanıp 50 galibiyete ulaştık. Fakat Spurs'e elenecektik. Soyunma odasına sessizlik hakimdi. 3 şampiyonluk kazanmış ve birdenbire eski hikâye olmuştuk. Yaz öncesi Kobe ile mahalleli arkadaşlar gibi kucaklaşıp ayrıldığımızı hatırlıyorum.
Aramızdaki inişli çıkışlı ilişkiye rağmen kazanmak için birbirimize muhtaç olduğumuzu biliyorduk. Geçmişe dönüp Kobe hakkında yaptığım eleştirilere göz atın; bir kere bile çocuğun oynayamadığını söylemedim. Kobe'yle benim hakkımdaki en çılgın şey, antrenmanda asla sorun yaşamamış olmamız herhalde. Sahaya çıktığımız an, tüm probemler yok olurdu. Gazeteciler sürekli bir diğerimiz hakkında sorular sorar, bizi kışkırtmaya çalışırlardı. Peki sonuç? Yüzükler, şampiyonluklar, efsane statüsü...

Kobe ve ben farklıydık. O, büyük olmayı obsesyon hâline getirmiş, tam anlamıyla hırslı bir insandı. Ben de büyük olmak istiyordum elbette. Fakat hayatta başka şeylere de önem veriyorum. Kobe'yi hem çok özel, hem de çok sinir bozucu yapan o mutlak konsantrasyon bende yoktu.

Çöküş
Dürüst olacağım. Çocuğun bir geek olduğunu, odasında sürekli bir şeyler okuyup çalıştığını (SAT sınavından tam puan mı ne almış.) sanmıştım. Colorado vakası gerçekleştiğinde bu yüzden şok olmuştum. 2003 yaz aylarında Jerome[2] yanıma gelip heyecanla konuşmaya başladı: "Ne duyduğuma inanmayacaksın." 19 yaşındaki bir kızın Kobe'yi, otel odasında kendine tecavüz etmekle suçladığını anlattı. İnanamamıştım: "Ciddi misin yoksa beni kandırıyor musun Jerome?" Böyle bir olaya karışabileceğini asla tahmin edemezdim çünkü.

Olayın en şaşırtıcı yanı, Kobe'nin kampa katıldıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi davranmasıydı. Yalnızca fazladan birkaç bodyguard tutmuştu ve biraz daha hırslı oynuyordu. Kobe; elindeki kartları asla göstermeyen, sürekli poker face takınan bir adam.

Haberleri duyar duymaz Jerome ile Kobe'ye mesaj yolladım: "Evimin kapıları ardına kadar açık. Medya baskısından uzaklaşmak istediğinde ailenle beraber benim evimde kalabilirsin." Jerome ile konuştum: "Neye ihtiyacı olduğuna, neler yapabileceğimize bir bak." Jerome birkaç kere aramış olsa da ses soluk çıkmadı.

Tesislerde Kobe'yi görünce hiçbir şey söylemedim. Belki de hatalıydım. Aslında onun bir şeyler söylemesini bekliyor, özel hayatına burnumu sokmak istemiyordum. Vakti geldiğinde yaşananlardan bahsedeceğini düşünmüştüm ama asla konuşmayınca yalnız bırakmayı tercih ettim. Tabii daha sonra Kobe'ye daha fazla yardım teklif etmediğim için üzüldüğünü duyacaktım.

Kameralar karşısında konuşmamaya özen gösteriyordum[3]. Ciddi bir suçlamayla karşı karşıyaydık ve neler olduğuna dair hiçbir fikrim olmadığı için işin içine girmek istememiştim. "Yorum yok" dememle yetinmeyen gazetecilere kesin cevaplar veriyordum: "Yargı sürecine inancım tam. Kobe'nin bütün suçlamalardan beraat edeceğini umuyorum."

Birbirimizin küçük kusurlarını bulup atıştığımız onca seneden sonra ilk kez aramızda gerçek bir düşmanlık vardı. Kobe'nin açıklamalarında benden bahsetmesi de ilişkimizi iyi etkilemedi ellbette. Gazetelere göre polislere, benim başım ne zaman belaya girse insanları rüşvetle susturduğumu söylemişti. Çok acayip. Öncelikle hangi beladan bahsediyorsun? İkincisi, başım belaya girse bile nereden bilecektin ki? Asla benimle beraber takılmadın, asla.

2003/04 hazırlık kampında Kobe diz sakatlığından dönüyordu. Muhabirlere, "Kobe tam anlamıyla iyileşmeden önce skorerden çok pasör olmalı" dedim. Şimdi dönüp geçmişe baktığımda iğneleyici bir laf etmeye çalıştığımı anlıyorum. Eski alışkanlıklar... Tabii Kobe hemen geri ateş edecekti: "Kısaların oyununa karışma ve sahada durman gereken yerde bekle."

İşte Los Angeles'taki son sezonum böyle böyle başladı. Gerilimi hissedebiliyordunuz; sürekli birbirimize laf atıyorduk.

Bir yandan kendi meselelerimle uğraşıyordum. Lakers'ın kontratımı uzatmasını istiyordum ve taraflar birbirlerine bazı sözler vermişti. Eğer Karl Malone ve Gary Payton'ı daha az para karşılığında Lakers'a gelmeye ikna edebilirsem kontratımla ilgileneceklerini söylediler. Telefonda, gelecekte Hall of Famer olacak iki basketbolcuya yalvarmaya başladım; kolay olmayacaktı. Karl'ın Utah'ta hem manevî mirası, hem de masada bırakacağı birkaç milyon doları vardı. Gary Payton için de hayat çok farklı değildi. Fakat ben üstüme düşeni yapıp ikisini de ikna etmeyi başardım.
Lakers ise hiçbir hamlede bulunmadı. Kontratın gerçekleşeceğine dair hiçbir işaret yoktu. Sezon öncesinde Hawai'de bir maç yapıyorduk. Coşmuştum; attığım yaklaşık 30 sayı, taraftarla kurduğum bağ... Hissediyordum. Fade away'i gönderdim ve Jerry Buss'ın önünden geçerken bağırdım: "Bana paramı ver!" Hoşuna gitmeyecekti. Tepesinin attığını söyleyebilirim hatta. Onu rezil ettiğimi düşünmüştü.

Menajerim beni arayacaktı: "Shaq, böyle bir şey yapamazsın." Sadece eğlencesine takıldığımı söylmeme rağmen sakinleşmemişti: "Her şeyi mahvettin. Saygısızca davranmak pazarlıklara yardımcı olmayacak."

Sınıra dayanmıştım. Kontratım yenilenmeyebilirdi. Kobe ise hapse girme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Hıncımızı birbirimizden çıkarıyorduk. Sezon başlarken antrenör ekibi ikimizi de yanlarına çağırdı: "Medya önünde başka tartışma yok. Aksi taktirde her ikiniz de cezalandırılacaksınız."

Herkes ilişkimizin patlama noktasına geldiğinin farkındaydı. Mitch Kupchak ise asla bizimle ilgilenmemişti. Sürekli etrafta olan Magic Johnson tek kelime bile etmiyordu. Fakat Phil bıkmıştı. Karl Malone ve Gary Payton gıcık olmuşlardı. En sonunda teslim oldum: "Pekala, benden bu kadar, artık susuyorum."

Peki ne olsa beğenirsiniz? Kobe, bahsettiğim görüşmenin hemen ardından röpotaj verdi. Şişman ve formsuz olduğumu, ayak parmağımdaki sakatlığı bahane ederek daha fazla boş zaman istediğimi oysa sakatlığın ciddi bile olmadığını iddia etti (Tabii. Yalnızca kariyerimi bitirdi amk.). Üstelik iki Hall of Famer neredeyse bedavaya oynarken benim kontrat peşinde olduğumu söylemişti.

Oturmuş röportajı izlerken patlamak üzere olduğumu fark ettim. Birkaç saat önce koça söz vermiştik. Ateşkesin ihlali demekti bu. Herkese haber verdim: "Kobe'yi öldüreceğim."

O gece bizi durdurabilecek ender insanlardan biri olan Brian Shaw çaylak Devean George'dan bir telefon alacaktı: "Buraya gelmeni istiyoruz. İşler boka sardı. Shaq Kobe'yi yok edecek." B-Shaw emekliye ayrıldıktan sonra Lakers camiasında kalmıştı (Kuzey California'da scout ekibinde çalışıyordu.). Birkaç saat sonra Mitch Kupchak ve Phil de arayıp ertesi sabah tesislerde beni sakinleştirmesini söylemişler. Jerome olaylardan haberdar olunca sabahleyin erkenden beni almaya gelmiş ama evden çıktığımı öğrenmişti. Sabahları erkenden kalktığımda tehlikeli bir adam olduğumu biliyordu.
Brian Shaw tesislerde beni bekliyordu. Senelerdir benimle birlikte olduğu için ne zaman konuşmayı bırakıp yumruklarımı sıkacağımın farkındaydı. Brian'ı görür görmez lafa girdim: "Seni mi gönderdiler? Umrumda bile değil. Kobe'nin kıçına tekmeyi basacağım." İçeride, tiyatro dediğimiz odada beklememi söyledi ve Kobe'yi karşıladı: "Shaq seni öldürecek. Gördüğü yerde çanağını tokmaklayacak." Kobe hafifçe sırıtıp, "ne yani korkmuş olmam mı lazım" diye sordu. "Evet," dedi Brian, "bu defa ciddi."

Horace Grant ve Karl Malone, eğer kendimi kaybedersem fiziksel olarak beni engelleyebilmek için tiyatroya geldiler. GP bu iş için çok küçüktü ama Shaqobe dramasını kaçırmamaya niyetliydi.

Sonunda karşı karşıya geldik; birbirimize bağırıyor, lakaplar uyduruyor, lanet okuyorduk. Hareketlenmeye kalktığımda Brian araya girip ikimize de oturmamız gerektiğini söylüyordu. Önce benimle konuşmaya başladı: "Shaq çocukça davranıyorsun. Sezon öncesi Dampier'ın üstünden smaç basınca beyinsiz gibi davranıp Jerry Buss'a bağırdın: Ücretimi öde! Ve şimdi bu aptallığın geri dönüp kıçını ısıracak." Cevap vermek istedim: "Çünkü Jerry Buss kontratımı uzatacağını söylemesine rağmen harekete geçmemişti." Fakat B-Shaw konuşmama fırsat vermeden araya girip Kobe'ye döndü: "Shaq her sene dayak yiyor, senin de bildiğin gibi. Phil, yaz aylarında dinlenip vücudunu yenilemesini istemişti. Phil her zaman Shaq'in forma girmesi için kendine vakit ayırmasını söyler zaten." Şimdi sıra Kobe'deydi: "Fakat ben her yaz deli gibi çalışıyorum..."

B-Shaw tekrar sözü aldı. 2003 playoff'larında kaybettikten sonra medya önünde daha atletik ve genç olmamız gerektiğini söylediğimizi, kendisinin ve Robert Horry'nin bu sebeple işlerini kaybettiklerini anlattı: "Kendinizle öylesine meşgulsünüz ki hiçbirimizi düşünmüyorsunuz."

Şok olmuştum, B-Shaw haklıydı. Her ikisine de yeni kontrat önerilmemesine sebep olmuştuk. Yalnızca politically correct cevabı vermeye çalışıyordum oysa. Kobe B-Shaw'ı dinlemeye çalışıyordu ama kendini daha fazla tutamayıp bana baktı: "Her zaman abim olduğunu ve benim için her şeyi yapacağını söyledin. Fakat Colorado vakasından sonra beni asla aramadın."

Aramıştım. Herkes Jerome'un beni temsil ettiğini bilir. Jerome benim yerime Kobe'yi aradı -iki kez. Fakat asla telefonu açmamıştı. Cevap verdim: "Seninle konuşmaya çalıştık ama hepimizi uzak tuttun. Hiçbir şey söylemedin ve bu odadaki hiçkimse Colorado'da tam olarak neler yaşandığını bilmiyor."

Colarado'da neler yaşandığını bugün bile bilmiyorum. Kobe asla net olarak anlatmadı. Tüm bildiklerim gazetelere yansıyan raporlardan ibaret. Nihayetinde Kobe cinsel ilişki yaşadığını kabullencek ama zorlama olmadığını açıklayacaktı.

Bir şekilde buradaydık ve arkasında durmadığımız için Kobe'nin üzüldüğünü öğrenmiştik. Bu yepyeni bir şey işte. Zerre sikinde olmadığımızı düşünmüştüm. "En azından kameralar karşısında beni destekleyeceğini sanmıştım" dedi Kobe, "bir de arkadaşım olacaksın."

B-Shaw, "Kobe nede böyle düşünüyorsun ki," diye sordu; Shaq sürekli parti verir ama sen asla gelmezsin, deplasmanda seni defalarca yemeğe çağırdık ama asla gelmedin, Shaq seni düğününe davet etti ama oraya bile gitmedin. Hatta evlendin ve hiçbirimizi çağırmadın. Şimdiyse bu hassas durumun içine düştün ve hepimizin senin için harekete geçmesini bekliyorsun.Seni tanımıyoruz bile."
Bu sırada GP ve Horace ucuz laflar gevelemeye başladılar: "takımı kötü etkiliyorsunuz, yapmayın beyler..." Herkes sakinleşmeye başlamıştı. Tâ ki Kobe'ye, "eğer bir daha gazetecilerle böyle konuşursan seni öldürürüm" diyene dek. Kobe omuzlarını silkip, "neyse ne" dedi.

Karl dayanamadı: "Bu iş bitmeli. Hepimiz bu önemsiz ve aptalca olaydan bıktık. Daha az paraya sizin boktan muhabbetlerinizle uğraşmak için Los Angeles'a gelmedim."

En sonunda ikimizi kucaklaştırdılar. Birbirimizin sırtına ovuşturup ateşkes yapacağımıza söz verdik. Fakat o günden sonra Kobe mevzuu benim için bitmişti.

Her şeye rağmen sezon ilk 25 maçımızın 20'sini kazanarak başladık. Kobe her gün tecavüz davasıyla uğraşıyordu ve suçlamalar düştüğünde bile stresten kurtulamayacaktı. Her şeyi düzeltmek için çok garip bir yol seçmişti: İnsan sınırlarını zorlarcasına atabildiğini kadar sayı atmak. Elbette ki mutlu değildim. Belli etmemeye çalışsak bile ilişkimiz tamamen yıkılmıştı. Saha dışında maç yapar gibiydik. Kobe gazeteciler aracılığıyla bana laf atıyordu, ben de başkalarını kullanarak cevap veriyordum.

Phil asla bu konu hakkında uzun uzun konuşmadı. İki alpha dog'la uğraştığını biliyordu çünkü. İki çılgın adam. Fakat oynuyor ve kazanmayı başarıyorduk. Phil beni neyin ittiğini biliyordu: Kobe; Kobe iten şey de belliydi: ben. 4 sene boyunca bizi yalnızca 1 kere yanına çağırdığını hatırlıyorum.
Şubat ayında Lakers ile pazarlıklarımız çıkmaz sokağa girmişti. İki seneliğine 21 milyon $ teklif etmişlerdi ve böylesi bir teklifi kabul etmem mümkün değildi elbette. 3 kere Finaller MVP'si olduktan sonra 10 milyon $'lık bir ücret kesintisi yapmak ve yalnızca iki sene mi garanti etmek istiyorlardı?

Pekala. Deli gibi davranmaya başladım mı? Evet. Yaklaşımları suratıma atılan bir tokata benziyordu. İçten içe daha fazla para kazanabileceğimi bildiğim için tekliflerini geliştirmezlerse yaz aylarında takasımı isteyeceğimi söyledim.

Sene sonuna dek Kobe'yle başka bir büyük olaya karışmaksızın oynamayı başardık. Brian bizleri idare etmek için yanımızdaydı. Komik değil mi? Camiayı önemsediğini söyleyen onca lider ve efsane, asla ama asla  Kobe ve bana bir şey söyleyecek cesareti kendilerinde bulamadılar; Kareem, Magic, Kupchak... Yalnızca Brian Shaw bizimle uğraşabildi. 2011 olduğundaysa koçluk görevini ona vermeyi düşünmediler bile.

Birbirimizin damarına basmıyor olsak da bölünmüş bir takımda oynadığımız belliydi. Ya Kobe'nin adamı ya da Shaq'in adamı olmak zorundaydın. Hatta farklı antrenörlerimiz vardı. Eğer antrenman için Chip Schaefer beni kaydetmişse, Kobe Gary Vitti'yi kullanırdı. Çocukça şeyler. Anlattıklarım Los Angeles'taki son sezonum hakkında herkese bir fikir vermiştir umarım.

Ne olursa olsun normal sezondaki son 17 maçın 14'ünü kazandık. Tabii Karl Malone dizini incittiğinde şampiyonluk şansımız büyük yara alacaktı (Playoff'larda oynadı ama aynı adam olmadığı belliydi.). Ona sandığımızdan çok daha fazla ihtiyacımız varmış.

Spurs serisi 2-2 berabereydi. 5. maçın son saniyelerinde Duncan çok zor bir fade-away'i sayıya çevirince hepimiz şok olmuştuk. Artık 0.4 saniye içinde topu içeri sokup şut bulmalıydık. D-Fish. Panyadaki kırmızı ışığı görür görmez var gücümle soyunma odasına koşmaya başladım; şut iptal edilmeden önce oradan uzaklaşmak istiyordum.
                         
Finaller'deki rakibimiz belliydi: Detroit. Hem Kobe, hem de ben çok daha iyi bir takım olduğumuzu hissediyorduk ama nasıl oynayacağımızı unutmuş gibiydik. Üçüncü maçtan sonra bana yöneltilen bir soruyu hatırlıyorum: "Topu defalarca sana indirirler ve sen de her seferinde skor üretirdin. Fakat bunu unutmuş gibisiniz." "Evet," diyecektim, "işte hayat hikâyem."

5 maç sonra Pistons'a mağlup olduk. Neredeyse şok edici bir haber. Hiçkimse mutlu değildi. Daha o akşam bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım. Maç sonrası eşim Shaunie ile beraber otelde akşam yemeğine katıldık. Birdenbire içeri genelde böyle yemeklere pek gelmeyen Jerry Buss girdi. Kobe ve eşiyle konuşup gülüşüyor ama birkaç adım ötede oturan bizlere bakmıyordu bile.

1 hafta geçmemişti ki evde otururken Phil Jackson'la sözleşme yenilenmeyeceği haberini aldım. Shaunie'ye baktım: "Bitti."
Mitch kontratımı yenileyeceklerini ve hayat boyu Laker olacağımı söylemişti. Sonraki sahneye geçelim. Mutfakta oturup televizyonda Mitch'i seyrediyorum: "Shaq'i takas etmeyi düşünebiliriz." Lakers'la basit bir anlaşmamız vardı; pazarlıklar hakkında medyayla konuşmayacaktık. Ne ben, ne de onlar. Kontrat uzatma kararı alsak bile fikirlerimizi kendimize saklayacaktık. Fakat Mitch herkes Kobe'yle kesinlikle devam edeceklerini, benim için ise tüm opsiyonları gözden geçirdiklerini söylüyordu.

Bu kadar. Laker forması giydiğim günler o an bitmişti. Mitch anlaşmamızı bozmuştu ve artık ona güvenmem mümkün değildi. O sıralar Londra'da Wimbledon'ı izleyen menajerim Perry'i arayıp Mitch'in söylediklerini anlattım. Perry hemen Mitch'i arayacaktı.

Mitch, yalan söylemeksizin medyaya olanlardan bahsetmek istediğini anlattı: "Teklifimizi kabul etmediğiniz için Shaq'in takasını isteyebileceğimizi biliyor olmanız lazım."
"Fark etmez" dedi Perry, "buraya kadar."
-Nasıl yani?
-Mitch, 10 dakika içinde LA Times ile görüşeceğiz. 15 dakika içinde Orange County Register ile telefonda olacağız ve 20 dakika içinde ESPN'in son dakika haberleri yazan alt sekmesine bakınca ne demek istediğimizi anlayacaksın."

Aylar boyunca Mitch'in bana gelip konuşmasını bekledim: "Shaq artık yaşlanıyorsun ve bizim genç oyunculara ihtiyacımız var... Jerry Buss sana para ödemek istemiyor... Kobe seni burada istemiyor..." Fakat şimdi olanlar... Artık Mithc'e güvenemezdim. Artık Kobe'nin dizginleri elinde tuttuğu belliydi. Yarım saat sonra telefonum susmak bilmiyordu. Herkesin kendi fikri vardı. Bazıları Jerry Buss'ın "ücretimi öde" ve "iş sırasında iyileşeceğim" gibi laflar yüzünden beni istemediğini söylüyordu. Kimileri ekonomik sebepler öne sürüyordu; kimileriyse Kobe'nin beni ve Phil'i takımdan uzaklaştırmak istediğini. Kobe'nin bu işte parmağı var mı, bilmiyorum. Çok önemli değil. Eğer işleri yoluna koymak istesem başarabilirdim sanırım. Fakat egom ve onurum bunun için çok büyük. Üstelik Lakers için yaptığım onca şeyden sonra yalnızca iki seneliğine kontrat verecek ve maaşımın yarısını kesecekler miydi? Hayır. Kusura bakmayın ama olmaz.
İçten içe genç ve yaşlı arasında bir karar verdiklerini biliyordum; her zaman genç olanı tercih edeceklerini de. Orlando'da dersimi almıştım: sporda sadakat yoktur. Seni kullanır ve kenara atarlar. Şanlıydım ki hâlâ değerliydim.

Indiana'daki şovu Larry Bird sunuyordu ve kadrolarındaki herhangi bir oyuncuyu benim için verebileceklerini söylemişti. Isiah Thomas, New York'taki herkesi vermeye hazırdı ama elinde pek fazla değerli parça yoktu. Mark Cuban Nowitzki hariç herkesi takasta kullanmaya niyetliydi (Nowitzki onun adamıydı.). Fakat en iyi paketi Miami hazırlamıştı: Lamar Odom, Caron Butler, Brian Grant ve draft hakkı. Üstelik tekrar Florida'ya gitme fikri beni cezbediyordu.

Ömrüm boyunca Laker olarak kalacağımı sanmış ama yanılmıştım. Kobe'yle dişlerimizi birbirimize geçirmiş miydik? Evet. Sorunu başka şekilde halletmeli miydim? Muhtemelen. Fakat her yiğidin yoğurt yiyişi farklı. Ve benim tarzım işe yaramıştı; 4 finalde 3 şampiyonluk. Pişman mıyım? Hayır. Eğer Kobe bir daha benimle konuşmak istemiyorsa bile çok umrumda olmaz. Hem o, hem de ben zamanımızın en büyük one-two punch'ı olduğumuzu biliyoruz ve bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez.
Orlando'da geriye dönüp bakmamam gerektiğini öğrenmiştim. Bakamazdım. Tekrar Florida'ya gidiyordum artık.
___________________________________________
[1]"Oynamamayı göze alamazdım... Ameliyat olmak için yaz sonlarını bekledim..." Ah be Shaq.

[2]Shaq'in meşhur koruması.

[3]Shaq özellikle aktivist kadınların tepkisinden çekindiğini, zaten PETA gibi pek çok örgütle problemler yaşadığını, onlarca gurubun peşini bırakmadığını söylüyor. Mesela Taco Bell ile çektiği birkaç reklam filminde, sürekli taco yediği için boyun problemleri yaşadığı anlatılıyor. Benzer bir boyun hastalığından mustarip olanlar Staples Center'a gelip Shaq'i protesto etmişler: "Ne saçmalıyorsunuz amk. Böyle bir hastalıktan haberdâr bile değildim."

7 comments:

U. said...

Üç yazı için toplu teşekkür. Eline koluna sağlık.

reddick said...

Keşke bitmeseydi, tam da Shaq'ın Ahmet Çakar'dan bahsedeceği bölüme gelecektik :)

Anonymous said...

tadı damağımızda kaldı valla. Sıradaki?

Anonymous said...

teşekkürler.

Shifty said...

off hele o 0.4 olayı yazı ile birleşince...orgasm

filelisepet said...

Aynen, aynen. Maçın bitmesine 0.5 saniye varken duruma bakalım. Duncan Shaq'in üstünden fade away'i göndermiş. 2003'te şampiyon olan takım 2004 finalleri'nde de %90 Detroit'i eleyecek. 2005'te şampiyon olduklarını da biliyoruz. Yani bir sene içinde threepeat yapmış olacaklar.

Duncan'ın Shaq üstünden attığı şut NBA tarihinin en önemli anlarından biri olacak ve 10 senedir sürdürülen Duncan vs Shaq tartışması ebediyen son bulacaktı. Bak durup dururken yine heyecanlandım

Anonymous said...

eline,zihnine sağlık