Friday, May 18, 2012

Muhteşem Üç Yıl

Dur, yolcu! Az sonra Shaq Uncut: My Story isimli kitabın şampiyonluklarla ilgili bölümünü okuyacaksın. Eğer Shaq'in Orlando'dan nasıl ayrıldığını, Kobe'yle nerede tanıştığını, ilk ne zaman kavga ettiklerini, Phil Jackson'dan önce nasıl playoff maceraları yaşadıklarını merak ediyorsan vakit harcamaksızın ilk bölüme git. Zaten okuduysan devam edebilirsin.


Kitabın çok güzel olmadığını ama eğlenceli anekdotlara rastladığımı söylemiştim. Şampiyonluklar belki de en iyi bildiğimiz bölüm. Yine de hanedanın kuruluşu ve yıkılışını anlatırsam post eksik kalacağı için muhteşem zaferlere sahne olan 3 yılı da tercüme ettim. Tabii kitabın tamamını çeviremeyeceğim için çok önemli olmayan bazı karakter ve olayları atladım. Bazı yerleri kırptım biçtim, parçalayıp yerini değiştirdim. Başlıyoruz,
2000
Sezon başlamadan hemen önce gazetede Phil'in sözlerini içeren bir makale vardı: "Eğer Shaq konsantre olursa sezonun MVP'si olabilir. Eğer başaramazsa sonumuz diğer sezonlara benzer. Normal sezonda 56 maç kazanır ve eve erken döneriz." Elenip erkenden eve dönmek istemiyordum.

Phil Jackson. Tam anlamıyla farklı bir adam; zen, garip teknikler... Kenar mahalleden gelen biri olarak pek çok uyuşturucunun nasıl koktuğunu bilirim; mesela ot. Bir keresinde Phil Jackson bizi medite etmek istediği için bir odada toplayıp ışıkları kıstı ve elindeki adaçayı demetini yaktı. Kokusu otun kokusuna benziyordu. Bize "hayır ot değil, adaçayı. Kenevirin kuzeni" diyecekti.

Tesislerde 15 koltukluk tiyatrovâri bir alanımız vardı. Elindeki kızılderili davuluna vurmaya başladığında ne demek istediği belliydi: "Herkes kıçını kaldırıp tiyatroya gelsin." Herhangi bir yerde olabilirdin ama dum dum dum sesleri başladığında gitmek zorundaydın. Loş ışık altında ot (pardon Phil, otun kuzeni[1]) yakar, takımda neler olduğunu konuştuktan sonra arkamıza yaslanmamızı söylerdi: "Şu an dışarı salıp kurtulmamız gereken negatif enerji var... Yarın sizi avlamak için hırslanmış bir takımla oynayacaksınız... İçinizdeki güvenli yerinize ve pozitif düşüncelere konsantre olun.

Genellikle pek çok oyuncunun (özellikle gece geç yatmış olanlar) horladığını duyabilirdiniz. Bazı zamanlar ben de yorgun olduğum için uykuya yenik düşmüştüm. Bazen neler dediğini dinlemeye çalışırdım. Kalan zamanlardaysa gerçekten meditasyon yapardım. Phil işini bitirdiğinde 10 kere derin derin nefes alıp vermemizi isterdi. Stresten kurtulmak için. Bazen kendimi iyi hissederdim, meditasyonun işe yaradığını. Diğer günlerdeyse kestirmek için iyi bir fırsat yakalamış olurdum.

Ne olursa olsun Phil bu konuları tamamen ciddiye alırdı[2]. Hiçkimse onunla dalga geçmeye cesaret edemezdi.
Phil bazen iğneleyici sözler kullanıp benimle eğlenirdi: "Şunu yap şişko çocuk, buraya gel şişko çocuk..." Umursamazdım. Beni düşündüğünü ve motive etmeye çalıştığını bilirdim çünkü. Mesela 39 sayı attığım bir maç sonrası yanıma gelip şöyle söylerdi: "Yapabileceğinin hepsi bu mu şişko çocuk?" Başka herhangi biri söylese suratına yumruk atardım muhtemelen. Ama Phil saygımı kazanmıştı.

Lakers'taki şampiyonluk yıllarımız çok eğlenceliydi; oyuncular, takım, şehir... Gazetecilerle dalga geçer ve onlara yüzlerce malzeme çıkarırdım mesela. Mesela otobüste sürekli improvize rap yapardık. Herhangi bir şey görür ve üstüne giderdik. Herhangi bir şey; köpeğini dolaştıran koca burunlu bir adam, takımdan dudağı uçuklamış bir oyuncu... Kobe genelde kenarda oturur ve hiçbir şey söylemez, bizi izlemekle yetinirdi. Katılmak istediğini görebilirdiniz ama kendini tutardı. Belki de yeteri kadar iyi bir rapper olmadığından korkuyordu. Kim bilir? O nostaljik afronun altında neler olduğunu merak ederek çok zaman geçirmişizdir.

Kobe çok zeki adamdı. Bir gün otobüste bizler rap'e başlamışken yanımıza gelip kendi stilinde rap yapmaya başladı. O uzun ve şatafatlı kelimeleri kullandığı için söyledikleri rap'e değil, bir film senaryosuna benziyordu. Evde bir şeyler karalayıp ezberlediğini ve otobüste bizlere söylediğini fark ettik tabii. Freestyle yaparmış gibi davranıyordu ama şu garip metafizik ve metabolik kelimeleri tekrar ediyordu. "Bu freestyle değil" dedik. Hemen savunmaya geçip cevap verdi: "Elbette ki öyle, evet öyle, düşünmeden uyduruyorum, düşünmeden uyduruyorum..." Gülüp geçtik: "tamam moruk."

O senelerde sevmediğim tek şey medyanın Kobe'yle benim aramda bitmeyen bir kavga varmış gibi davranmasıydı. En ufak hareketlerimizden bile başka anlamlar çıkarıyorlardı. Shaq-Kobe muhabbeti tüm şehirdeki en büyük hikâyeydi artık. Tabii ikimiz de antrenmanda farklılıklarımızı bir kenara bırakacak kadar zeki insanlarız.

Kobe üçgen hücumdan nefret etmişti. Tonla şut bulduğu için nefretinin sebebini asla anlayamadım. B-Shaw, üçgen hücumun, gerçekte neler olduğunu saklamak için kullandığımız bir maske olduğunu söylerdi: İki kişilik bir şov. Kobe'ye pick&roll'de iki kişilik sıkıştırma getirdiklerinde pası alıp potaya devriliyordum. Beni birkaç kişiyle savunduklarındaysa Kobe 1'e 1 oynuyordu ve durdurulması mümkün değildi. Eğer yalnızca ikimize konsantre olmak gibi bir hata yapmak isterseniz, Big Shot Bob[3] ya da Glen Rice boş şutlarda isabet sağlıyorlardı.

Kobe'nin çok fazla şut istemesinden rahatsız olan tek kişi ben değildim elbette. Sezonun ilk günlerinde antrenmanda öylesine bencil davranıyordu ki takımdaki veteranlar (Rick, Brian, AC Green...) Kobe'yle konuşmaya karar verdiler: "Phil bir şey söylemeyecekse iş başa düşüyor."
Phil yalnızca oyuncuların katıldığı toplantılara karşıydı: "Böyle toplantılardan pozitif hiçbir şey çıkmaz." Fakat küçük bir odada toplandık. Herkes Kobe'ye yükleniyordu (Tam olarak Phil'in istemediği şey.). Kısa süre sonra koçlar odayı basacak ve Phil "Her şeyin sorumlusu Kobe değil. Bu işi cadı avına çevirmeyin" diyecekti. D-Fish ise araya girip konuşacaktı: "Bir dakika bekle Phil, sen henüz yenisin. Biz bununla 3 ya da 4 senedir uğraşıyoruz. Artık meselenin köküne inmenin zamanı geldi."

Toplantı hakkındaki en garip şey Kobe'nin arkada oturup yalnızca "sizi seviyorum beyler" demesiydi. Fakat böyle ifade etmiyor, sokak ağzıyla konuşuyordu: "Hepiniz benim adamlarımsınız, benim için kardeş gibisiniz.[4]" Bu ne saçmalık amk. Belki de bizlerle anlaşmaya çabalıyordu. Neticede 21 yaşındaydı ve uyum sağlamaya çalışmak zorundaydı. Tabii uyum sağlamaya çalışıyorsa neden kafasına geçirdiği kulaklıkları ara sıra çıkarıp bizimle konuşmayı denememişti ki?

Phil'e neden Kobe'yi uyarmadığını sorduğumda, Kobe'nin sürekli atak modunda olmasını istediğini anlattı: "Bu şekilde etkili olabiliyor. Eğer üstüne gidersem tereddüt etmeye başlar ve tereddütün sonuçları takım için kötü olur." Ne demek istediğini pek anlayamamıştım. Ama ne fark eder? O sene öylesine iyi oynuyordum ki, Kobe şampiyonluk şansımızı mahvedemezdi.

Sezon boyunca 67 galibiyete ulaşmıştığımız yetmezmiş gibi MVP ödülünü kazamıştım. Babamı[5] (Çavuş Philip Harrison) arayıp mutlu haberi verdim. Birdenbire dayanamayıp ağlamaya başladı. Hayatım boyunca bana "gözyaşları zayıflık alametidir" diyen adam hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Sakinleşince, eğer şampiyon olamazsam koca götlü yeni ödülümün tadını çıkaramayacağımı söyledi.
Babam haklıydı. Şampiyonluk ya da hiçbir şey senesini yaşıyorduk. Sacramento'yla son maça uzayan çok zor bir seri geçirmiştik. Her iki takım da birbirlerine karşı nefret beslemeye başlamıştı. Lakers'ın Kobe için takas ettiği Vlade Sacramento'daydı ve eminim ki her türlü motivasyona sahipti. Chris Webber'ı da saymalıyız. Peny Hardaway uğruna feda etmeleri için Orlando Magic'i ikna etmiştim.

4. maçı kazandıklarında taraftarlar çılgınca üstümüze geldiği için Ron Harper tribünlere dönüp şampiyonluk yüzüğünü gösterdi. Bu defa "Shaq'le beraber olmaz (Not with Shaq!)" diye tempo tutmaya başladılar. Son maçta 32 sayı, 18 ribaunt yapacaktım. Ne yalan söyleyeyim, aslında Kings beni endişelendirmişti. Onları elediğimiz için mutluyum. Hoşçakal Sacramento.

Sonraki turda Phoenix'i rahat geçmemize rağmen konferans finallerinde şu meşhur Portland serisine çıktık. Evet, 7. maçın son çeyreğinde kendimizi birdenbire 15 sayı geride bulduğumuz seri[6]. Son çeyrekte 9 sayı atacaktım (Kobe'nin pasında yaptığım canavar smaç da dahil.) ama beni en çok mutlu eden skoru eşitleyecek iki serbest atışı da sayıya çevirmem oldu herhalde.
Final serisinin neredeyse hayal kırkılığını olduğunu söyleyebilirim. Indiana yıkık dökük bir takımdı. Koçları Larry Bird, onları çok iyi hazırlamıştı ama basit bir gerçeği değiştiremezlerdi: Daha iyi bir takımdık. Beni tek kişiyle savunmaları da cabası. Lütfen. Sen daha iyi biliyorsun Larry. İlk maç istatistiklerim: 43 sayı ve 19 ribaunt. Maç sonrası gazetecilerin yönelttiği "sen olsan kendini nasıl savunurdun" sorusuna cevabım belliydi: "Savunmazdım. Sakat numarası yapıp eve giderdim."

Hedefe ulaştığımızda, şampiyonluğu yalnızca kendimiz için kazanmadığımızı anlayacaktım. Kızımı öptüğümde, ailemle, takımdakilerle, arkadaşlarımla kucaklaştığımda herkesin yanımda olduğunu fark ettim; Jack Nicholson, SnoopDogg, Will Smith... Birdenbire tüm Los Angeles benimle kucaklaşmak istiyordu. Herkes bir winner'ı sever. Ve o günden sonra hiçkimse "Shaq kazanamaz" diyemez.
2000 şampiyonluğu hakkında üzücü olan tek şey vardı: Kazandığımızda Jerry West'i görememiştik. İnsanlar Jerry'nin bâtıl inançları ya da gerginliği yüzünden maçı izleyemediğini söylüyorlardı ama kısa süre sonra gerçek sebebi öğrenecektim: Phil ve Jerry arasında güç savaşına benzer bir ilişki vardı.
Jerry West'i sevmeme rağmen gerçekten anlamlı bir konuşma yaptığımız zamanlarda beni haşlamakla meşgul olurdu. Arada sırada iyi maç çıkardığımı söyler ve birkaç tavsiyede bulunurdu ama onunla beraber vakit geçirmezdim. Fakat ayrılması gündeme gelince (Sanıyorum Jerry Buss para ödemek istemiyordu.) kameralar karşısında fikrimi söyledim: "Eğer Jerry West yoksa, ben de burada olmak istemiyorum."
Nihayetinde gitmek zorunda kalacaktı. Çöküş o gün başlamıştı belki de. Beni arayıp, "ben gidiyorum Shaquille" dedi. Yapabileceğim bir şey olup olmadığını sorduğumda cevap verdi: "hayır, benim için yeni bir yere gitme vakti gedi." Üzülmüş gibiydi. Hem bizim, hem de Magic'in şampiyonluklarında tüm parçaları bir araya getiren yöneticiydi Jerry West. Göreve gelen yeni isminse beni asla kollamadığını[7] söyleyebilirim: Mitch Kupchak. Umursadığı yalnızca iki kişi vardı: kendisi ve Jerry Buss.

2001
2001'in favorisiydik. Tabii ikinci şampiyonluğu kazanmak, ilkinden çok daha zor olur. Yüzüğü kazanan herkes özel olduğunu hissetmeye başlar çünkü (ben dahil). Hepimiz kendimizi The Man gibi hissediyorduk. Tabii yalnızca yegane baba adam olabilirdi: Ben. Kobe ise takımın dizginlerini alma vaktinin geldiğini düşünüyordu. Elbette ki sorunlar yaşamamız kaçınılmazdı. 2000/01 sezonuna 11 mağlubiyet 23 galibiyetle başlamıştık ve Kobe sinirlerimi zorluyordu. Hâlâ üçgen hücuma ısınamamıştı ve topu alıp kendi kendine oynadığında hiçkimse mutlu olmuyordu. Herif bir türlü anlayamamıştı: "Peki ya şut girerse?" Hücumu mahvettin dostum. 38 sayı atıp pas vermeyi reddettiği bir maçtan sonra takasını istedim. Tabii şaka yollu (gibi). 

Belki de sezon boyunca başımıza gelen en güzel olay, Kobe'nin 9 maçlığına sakatlanıp kenarda oturmasıydı. Daha önce de söylediğim gibi, Kobe zeki bir adam. Kenarda oturup 9 maçın 8'ini kazanışımızı izlerken, top hareket edip hepimizin eline değdiğinde daha iyi oynadığmızı fark etti. 

Hakkını yemeyelim. Geri döndüğünde başka bir oyuncuya dönüşmüştü[8]. Biz de başka bir takım olduk elbette. Tüm kariyerimin en tatmin edici dönemini yaşamak üzereydim.

Önce can düşmanlarımızdan biri olan Blazers'ı süpürdük. Akabinde, tahammül edemediğim, Queens diye hitap ettiğim Sacramento Kings'le karşılaştık. Seri boyunca ulaştığım rakamlar şöyle: 1. maç: 44 sayı, 21 ribaunt; 2. maç: 43 sayı, 20 ribaunt; 3. maç: 21 sayı 18 ribaunt; 4. maç: 25 sayı 10 ribaunt (Elveda Kraliçeler). Konferans finallerinde Spurs ile karşılaşacaktık, yani Tim Duncan'la. 2000 sezonunda Duncan sakatlandığı için San Antonio ile playoff'larda mücadele edememiştik. Kafamda tek düşünce vardı: kazandığım şampiyonluklardan en az birinde, en değerli rakibimi alt etmeliyim.

İlk 2 maçı kazandık. Sonraki maçın 3. çeyreğindeyse tam 15 sayı gerideydik. Duncan olağanüstü oynuyordu. "Böyle bir şey olamaz" diye içimden geçiriyordum, Kobe de aynı şeyleri düşünmüş olmalı. Çıldırıp maçı tek başına alacak, Spurs hiçbir karşılık veremeyecekti. Maçtan sonra röportaj verdim: "O benim idolüm." Aslında şaka yapmıyordum bile.

San Antonio'yu süpürdük (Evet, duydunuz mu? San Antonio'yu süpürdük!). Hâlâ playoff'larda maç kaybetmemiştik. Tâ ki Philly ile karşılaşıncaya dek. İlk maçı kaybettikten sonra gazeteler Mutmbo'yu (2001'in en iyi savunmacısı) övüyorlardı: "Dikembe Shaq etkisini yok edecek." Artık yalnızca Sixers'ı yenmek değil, Dikembe'yi parçalamak istiyordum[9].
Yalnızca 4 maç sonra şampiyonluğa uzandık. 2001 kutlamalarıyla ilgili hatırladığım en güzel enstantane babamın sahaya gelip gözlerimin içine bakması ve "seni seviyorum" demesiydi herhalde. Yaşlı adam pek böyle konuşmadığı için bir anlığına nefesim kesilmişti. Seri bittikten sonra Jerry West de arayıp hem Sixers'ın, hem de Mutombo'nun özgüvenini unufak ettiğimi söyledi: "Çeviklik, ayak hareketleri, denge, güç... Tek taraflı bir boks maçı izler gibiydim. Dövüşü durdurmaları gerekiyordu. Dikembe'yi öylesine domine etmiştin ki, bunun âdil olmadığını düşündüm."

Gelmiş geçmiş en büyüklerden birinin, hatta ligin amblemi ("The Logo") olan bir adamın böylesi övgülerine mazhar olmak tam anlamıyla çok özel. Basketbol dünyasının tepesindeydim artık. Şampiyonluk kutlamalarında önümüzdeki sene yine kupaya ulaşacağımızı söyledim (tıpkı 2000'de iddia ettiğim gibi.).
                                                
(Hayır, bu videoyu şampiyonluk kutlaması için değil, Mark Madsen'ın dansı için koyuyorum.)

2002
Sezon öncesinde ayak parmağımdan ameliyat oldum. Yalnızca kamp dönemini kaçıracağım küçük bir ameliyat. Parmağımdaki eklem iltihaplanması ciddi sorunlar yaşatıyordu. Muhtemelen yapmam gereken daha ciddi bir ameliyat vardı ama kazanmaya başlamışken uzun süre basketboldan ayrı kalmak istememiştim. İşe yaramayacaktı. Sezon boyu ağrılar boğuşacaktım.

Sacramento ile bir hazırlık maçı yapmak için Las Vegas'a gittiğimizde eğlenmek için gece kulübüne koştuk; ben, B-Shaw, D-Fish. Birdenbire Doug Christie ve eşi hakkında rap yapmaya başladım[10]. Diğer oyunculardan da bahsediyordum: Mike Bibby, C-Webb, Vlade... Üstelik hemen hepsi oradaydı.
Normal sezonda Pasifik liderliğini Kings'e kaptırdık ve konferans finallerinde eşleştik. Maç değil, kan banyosuydu adeta. Herkes birbirine hakaretler yağdırıyordu. 3 maç son saniye şutlarıyla bitti. Mesela 4. maçta Big Shot Bob son saniye şutunu yollamıştı[11]. Yedinci maçı kazandıktan sonra otobüste gidiyorduk. Birden dayanamayıp popomu taraftarlara gösterecektim[12].

Finaller'de Nets ile karşılaştık. Kings serisinden sonra hiç zor gelmedi. Üçüncü maçta Nets oyuncuları kazanabileceklerini düşünmeye başlamışlardı. Fakat Jason Kidd'in şutunu tribünlerin üçüncü sırasına gönderdim. Kobe ise spining jumper'ı yollayıp işi bitirdi.
Nets'i süpürüp üçüncü yüzüğüme[13] ve MVP ödülüne ulaştım. Kobe yanıma gelip "tebrikler en büyük" deyince karşılık verdim: "Tebrikler, en dominant."

Bu defa parmağımdaki sakatlık sebebiyle 4. şampiyonluğu garanti etmedim. Yaz ayları biterken ameliyat olacaktım. Lakers maceram gitikçe daha karmaşık bir hâl alacaktı[14].

__________________________________________
[1]Bunları biliyor muydunuz: Salvia deyu şamanik ritüellerde kullanılan garip bir halüsinojenik bitki var; adaçayı familyasından, hatta adaçayının kardeşi. Kenevir de adaçayının uzaktan akrabasıymış. Hatta adaçayı Anadolu'da ev tütsülerken, ölü uğurlarken kullanılır.

[2]Phil Jackson'ın kullandığı bazı garip teknikler hakkında yaklaşık iki ay önce bir şeyler karalamıştım. Okumayan varsa, şu an okuduğu kelimelerin üstüne tıklayabilir.

[3]Robert Horry'nin lakabı

[4]Shaq şöyle yazmış: "Y'all my niggers, y'all like brothers to me."

[5]Shaq üvey babasına hitap ederken baba diyor.

[6]Maçın için torrent'e müracaat ediniz. YouTube-perver bir bünyeyseniz görüntü kalitesi düşük ama şöyle bir link var: Link
[7]Tabii Shaq biraz fazlaca eğlenceye düşkün ve herkesin kendisi gibi sıcakkanlı olmasını bekliyor. Mesela kitabının  başka bir bölümünde Kareem kendisine soğuk davrandığı için sitem ediyor (ki Karem'in zaten arkadaşlarıyla çok candan ilişkiler kurmadığı anlatılır.). Bir gün aynı lokantada Godfather dediği Wilt'i görmüş. Yanına gelip "n'aber genç adam" demesini beklemiş ama gerçekleşmeyince üzülmüş. müşmüş. Herkes senin gibi cıvık acuze değil Shaq. Yapacak bir şey yok.


[8]Kobe'nin 2001 istatistikleri: 28.5 sayı, 6 ribaunt, 5 asist. Playoff'larda ise kariyerinin en all-around performansını yaşadı: 29.5 sayı, 7.3 ribaunt, 6.1 asist (kariyeri boyunca playoff'larda tutturduğu en yüksek ribaunt ve asist ortalamaları).

[9]Shaq 2001 Final İstatistikleri: 33 sayı, 16 ribaunt, 5 asist, 3.5 blok (Çekinmeyin lütfen, oha diye bağırın.)

[10]Jackie Christie. Kocasını kıskandığı için kadın gazetecilerle yapılacak röportajlara kendisi de gidermiş. Doug Christie Raptors forması giyerken (1996-2000) takımdaki kadın çalışanların soyunma odalarına girebilmesinden rahatsız olmuş ve Doug'ı başka bir odada soyunup giyinmeye ikna etmişti. Unutmadan, evliliklerini canlı tutabilmek için her sene evlilik töreni düzenliyorlar. Üstelik kendi aralarında düzenledikleri bir organizasyondan değil, davetlilerin katıldığı, kutlamaların yapıldığı gerçek bir törenden bahsediyorum.

[11]Bu maçta Lakers 24 fark yakalamıştı. Lakers farkı kapayıp (Tabii hakemlerin de seri boyunca Lakers lehine fazlaca düdük çaldıkları söylenir. Kings taraftarlarının çoğu şampiyonluğun kendilerinden çalındığını düşünüyorlar hâlâ.) maçı son hücuma taşıdı. Son saniyelerde Kobe'nin şutu kaçtı, ribauntu alan Shaq basketi bulamadı ve Divac'ın uzaklaştırmaya çalıştığı top Big Shot Bob'a geldi: 3'lük. Fantastik bir seriydi vesselam. Maçları kimin kazanacağını anlamak mümkün değildi. Hatta C-Webb 7. maçtan önce güzel bir açıklama yapmıştı: "Şimdiden 5 maç kazanmış gibi hissediyorum." Konuşuyorum ediyorum ama zaten Hido o seride yaklaşık 35 dakika ortalamayla oynadığı için Türkiye'de pek çok insan gaza gelip uykudan mahrum kalmak pahasına maçları izlemişti. Neyse, meşhur pozisyonun videosu için şöyle buyrun,

[12]Kitabında bahsetmemiş ama 7. maç sonrası Shaq otobüste Cheers isimli diziden esinlenerek şöyle bir performans sergilemişti:
Şampiyonluk kazanmak için her şeyini vermek zorundasın.
Sacramento bu senenin onların senesi olduğunu düşünüyordu
Fakat size söylüyorum: Hayır değil.
Vlade ise konuşuyordu: karşımızda ev avantajına sahip olmadan kazanamazsın
Vlade, aptal mısın?
Tekrar söylüyorum: Herkesin ismini bildiği yere gitmelisin.
Ve biz oyunun nasıl oynanacağını biliyoruz.
Evinizde kazanamayacağımızı söylemiştin
Kobe ise üstünden smaç bastı
Herkesin senin ismini bildiği yere gitmelisin.

[13]Repeat yerine Threepeat diyorlar. Ben de az kalsın tekrar yerine çiftrar diyecektim ama son anda beynime oksijen gitti.

[14]Trailer havası yakalamak isteyenler için: Spurs'e elenecekler, Jerr Buss ile Shaq arasında gerginlik yaşanacak, kavgalar sıklaşacak, Karl Malone ve Payton takıma katılacak, Shaq Kobe'yi ölümle tehdit edecek... Hepsi serinin devam post'unda.

11 comments:

Oğuzhan Arslan said...

hocam sana ulaşabileceğimiz bir mail adresi falan var mıdır?

filelisepet said...

Tabii, filelisepet@gmail.com

Oğuzhan Arslan said...

tamamdır, mail gönderdim.

Anonymous said...

bu yazi serin super hepsini soluksuz okudum. eline saglik.

Shifty said...

gerçekten de süper. Özellikle Türkiye'de bulamayacağımız kitaplardan çevirilere devam edersen çok sevinirim.
Bu arada daha önce sorucaktım ama fırsatım olmadı. Euroleague finalini izlediğini yazmışsın. Keşke maç hakkında da yorum yapsaydın. Ne dersin?

Anonymous said...

ben de iki noktaya deginmek istiyorum burada:

1. 2000'lerin basinda dogu takimlari inanilmaz derecede gücsüzdü. Playofflara giren bazi takimlarin galibiyet yüzdesi %40'lari görüyordu neredeyse. Ha bati ilk turu ha finaller, hic bir farki olmuyordu. Batiyi alan sampiyon ilan ediliyordu, finallerin yüzüne bakan olmuyordu. Nitekim kücük sehir takimi Sacramento'nun finallere gelmesi durumunda kimse finalleri ziklemez diye olaya David Stern ve ekibinin dahil oldugu her zaman söylenir.

2. LA 2 defa sampiyon olduktan sonra bu azmani nasil durduracagiz diye tüm takimlar, koclar oyuncular aglamaya baslamislardi. Shaq'in fizik avantaji öyle böyle degildi, adam ayiyla güres yapsa devirirdi. Ayrica o fizikle topla bütün sahayi kosup fastbreak dahi atabilecek kadar da cevikti. Nitekim 2. sampiyonluktan sonra 2001-2002 sezonu öncesi NBA alan savunmasini serbest birakmis(daha öncesinde teknik faul yerdi takimlar) ve diger takimlara bir nebze de olsa bu azmani durdurmak icin alternatif planlar sunmustur.

kufumillesum said...

robert horry sacramentoya o son saniye üçlüğünü attığında ağlıyodum lan nerdeyse :) sanki fener son dakika gs'ye gol atmış şampiyonluğunu elinden almış gibi olmuştum.

QuaresmA said...

Eline sağlık.
Yalnız Shaq adam olsun, gerçekten de hakemler çaldı Sacramento'dan o seriyi. O seriyi Sacramento geçseydi Hidayet'in en az 1 yüzüğü olacaktı, o takım daha geç dağılacaktı, Hidayet belki bir Sacramento efsanesi olmaya doğru gidecekti ve belki de Sacramento günümüzün San Antonio tipi küçük şehir, akıllı yapılanma diye anacağımız takımlardan biri olacaktı.

Zaten hakem desteğiyle bile balına geçti Lakers o turu. Yakın tarihte son şutlarla bu kadar fazla seri, şampiyonluk kazanan başka takım var mı ? Balları OKC'ye de tutsun bakalım şimdi :) Hadi la Kobe kurtar yine pi.. aman takımını.

Hala wallpaper'ım Lakers'a takımca parmak gösteren Sacramento. Güzel bi takımdılar gerçekten de.

anilka23 said...

abi ne diyeyim genelde ''emeğine sağlık, eyv'' tarzı yorum yapmayı sevmem. hatta blogda bana gelse, tiksinirim. ancak sen olayı başka seviyeye taşıyorsun, emeğine sağlık.

Anonymous said...

harbiden ne acayip bi andı ya. kobe kaçırdı, shaq kaçırdı, horry attı. sinirden çıldırmıştım

filelisepet said...

Sorma abi, Sacramento çok eğlenceli takımdı ama Shaq ile kavgaları büyük. Yüzlerce örnek var. Mesela Shaq 20.000 sayı barajını geçmesi beklenen bir maçta, hedeften 9 sayı geride kalmıştı. Sonraki maçı Kings'le yapacaklardı ve gazetecilere "Yirmi bininci sayıyı favori takımım için saklıyorum" demişti.