Monday, April 30, 2012

Grizzlies vs Clippers 1. Maç (Efsanevî)

Tüm playoff tarihinde bu kadar çılgın maç çok az vardır. Clippers 27 sayıdan geri gelip maçı aldı. Ağzım yüzüm adrenlin dolduğu için maçtan sonra dayanamayıp basket sahasına gitmek zorunda kaldım. Garip, saçma, tekinsiz bir maça şahit olduk; 10 sene geçse bile unutulmayacak cinsten. Hala neler yazacağımı bilmediğim için baştan başlıyorum.

Grizzlies Maçı Domine Ediyor
Grizzlies maça öylesine iyi başlamıştı ki maçı 30 sayı farkla kazanacaklarını düşünüyordum. Marc Gasol daha ilk çeyrek bitmeden 10 sayıya ulaşmış, her oyuncu basket şansı bulmuş ve Clippers'ın savunması tamamen çökmüştü. Clippers ligin en heyecan verici pota altı oyuncularına sahip (Blake&DeAndre) ama her ikisi de ham yetenek. Savunmada Memphis'in iki uzununa karşı verebilecekleri hiçbir cevap yok. Üstelik sete set hücumu bilmedikleri için playoff basketboluna uyum sağlamaları pek mümkün değil. Gasol&Z-Bo tüm seriyi domine edecek gibi görünüyordu.

Mike Conley. Conley'nin şahane savunma yaptığını, Tony Allen'la beraber rakip kısaları boğduğunu biliyoruz. Fakat dün akşam tek kelimeyle kendini aştı; olağanüstü bir oyun kurucu seyrediyorduk. Son çeyreğe girerken rakamları şöyleydi: 6'da 5'le 16 sayı, 8 asist, 4 ribaunt. Tek kelimeyle muteşem. Fakat rakamlar bile Conley'i anlatmakta aciz kalıyor; hücumu yönetmesi, oyun ritmini soğukkanlılıkla ayarlaması, en doğru pasları en doğru zamanda vermesi... İlk kez bu kadar etkili oynadığına şahit oluyorum. Hayran kaldım.

Clippers düzgün hücum setleri olmayan ve sürekli eleştirilen bir takım. CP3'nin yönettiği pick&roll'ler hariç istikralı kullanabildikleri herhangi bir hücum silahları yok. Grizzlies'in enerji ve inatçılık üstüne kurulu savunması CP3'yi bile durdurdu (Clippers için olabilecek en korkunç haber.). İlk yarıda denediği hiçbir şutta isabet kaydedemedi. Sürekli hücum faul ve top kaybına zorladılar. [FLASH FLASH] İşin garibi bol bol başardılar da. Pick&roll'ler roll aşamasına gelmeden Grizzlies kısalarına çakılınca Blake de hiçbir pozisyonda aktif olarak kullanılamamış oldu. Grizzlies ve taraftarlar ateş başında savaş şarkıları söyleyen kızılderililere benziyorlar, sefilleri oynayan rakiplerini yemeye hazırlanıyorlardı. Bir akşam önce OKC tribünlerini övmüştüm ama Memphis seyircisi de bambaşka. Heyecanlarını bir an bile yitirmeksizin, çığlık çığlığa takımı destekleyip Grizzlies'in oyun felsefesini (grit&grind) ateşlediler.

Sezon boyunca ara ara bahsetmiştim. Grizzlies'in tek zayıf noktası dış şutlar. Fakat dün akşam 3'lüklerde inanılmaz bir performans sergilediler (en azından ilk 3 çeyrekte.). 4'te 4 gibi abuk subuk bir yüzdeyle başlayıp, istikrarı korudular. Tabii Clippers'ın switchler'de sürekli sıçması, alan paylaşımı yapamadığı için savunma anlayışını dışkıyla sıvaması, Memphis'in kolay şutlar bulmasında en büyük etkendi.

Bu esnada serinin çok çabuk bitebileceğini ("CP3 tek maç kalır, kalan maçlarda fark yerler.") düşünmeye başlamıştım: Pota altında Memphis mutlak hakimiyet kurmuş, hata diktatörlüğünü ilan etmiş; Marc Gasol alçak postta topu alıp dış şutörleri besliyor, yüksek postta topla buluşunca Rudy Gay'e smaçlık asist yapıyor; Clippers kısaları oyun kurmayı geçtim, topu rakip sahaya taşımakta bile zorlanıyorlar; CP3 tamamen yavaşlatılmış ve atletik uzunlarla kurduğu pas bağlantıları felç edilmiş... Sonra, şu oldu
                           
Not: "Ben son çeyreği uzun uzun izlemeliyim" diyenlerden biriyseniz telaşa mahal yok. Maçın tamamını indiriyorum. Yarın sabaha dek YouTube'a yüklemiş olurum. 

Comeback
Clippers 27 sayıdan geri geldi! CP3'nin yönettiği yedekler maçı ters yüz ettiler. Reggie Evans ve Nick Young[1] başrolü üstlenecekti. Nick Young 1 dakika içinde 3 kere 3'lük attı. Evans'ın ayı gibi bir savunmacı olduğu malum. Fakat hücumda rol alması basketbolun bittiği, metafiziğin başladığı yeri ifade ediyor. Bledsoe da maçın tamamen değişen atmosferine ayak uydurup Conley ve Mayo'yu top kayıplarına zorladı. Kenyon Martin bütün maç oturduktan sonra son pozisyonda oyuna girip Rudy Gay'i harika savundu.

NBA'de yazılı olmayan bir kural, daha doğrusu inanç var: Eğer maç son dakikalara berabere girdiyse sahadaki en büyük oyuncu galibiyeti getirir (Bu algı Amerikan spor kültürüyle alakalı. MVP ödülleri tercihlerinde, Hall of Fame'de, kazanan oyuncuların sürekli övülmesinde bahsettiğim algının yansımasını görebililiyoruz zaten.). Sahadaki en büyük oyuncunun kim olduğunu söylememe gerek var mı?

Rose'un son dakikalardaki sakatlığından sonra herkes korku içinde. Lionel Hollins as oyuncularını dinlendirmeye başlamış, Vinny del Negro da 3. çeyrek sonunda CP3'yi kenara almıştı. Maç sonunda Craig Sager mikrofonu Paul'e yöneltti ve şöyle sordu: "Playoff tarihinin en akıl almaz geri dönüşünü yaptınızı belki de. Hangi noktada maçı kazanabileceğinizi düşündün?" Paul'un cevabı: "Tüm maç boyunca kazanabileceğimizi düşünüyordum. Koç beni kenara alınca çıldırdım, oyuna geri sokmasını söyledim: Bize bir şans ver koç, bize bir şans ver." 12 dakika içinde 7 asist yapacak, attığı turnikelerin yanı sıra takımı öne geçiren serbest atışlarda da isabet kaydedecekti. Lider olmak nedir, neye benzer diyorsanız, Chris Paul'e bakın. Kobe, Garnett ve Rose gibi yalnızca galibiyete odaklanmış bir oyuncu Paul. Üstelik Clippers'ın geçen seneki haliyle bu sezonu karşılaştırınca belki de ligin en iyi lideriyle karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkıyor[2].

Vinny del Negro ligdeki en kötü koç. 3 günde 1 taşak geçmezsem vücudumda alerji baş gösteriyor. Fakat CP3'yi dinledikten sonra, son çeyrek boyunca gerçekten iyi performans gösterdi. Oyuncularının boşlamasına izin vermediği gibi kritik savunmalar da çizdi. Son çeyrek sayılarında Clippers'ın 35'e 13 üstünlüğü var. Son çeyrekte irbauntların %81'ini Clippers aldı. "Her topun değeri var, asla maçın peşini bırakma, sürekli mücadele et..." diye uzayan geyikler vardır. İşte o geyiklerin gerçeğe dönüştüğü zaman-mekan koordinatlarına NBA Play-off'ları diyoruz.
Son olarak Lionel Hollins'in maç sonunda söylediklerini yazayım: "Saha avantajını kaybettik. Artık Los Angeles'ta kazanmak zorundayız. Zaten buna alışmamız gerekiyordu. Şampiyon olmak istiyorsanız, deplasmanda kazanmak zorundasınız.
__________________________________________
[1]twitter'da takip ettiğim gazetecilerden biri (Frank Isola) şöyle demiş: "Playoff'larda aynı akşam JaVale McGee, Arenas ve Nick Young oynuyorsa, o sezonun garip geçtiğini anlıyorsunuz."

[2]Nash gibi topu domine eden bir oyun kurucu değil. Eğlenceyi değil, yalnızca basketbolu düşünüyor. Mağlubiyeti asla kabullenmiyor. Geldiği takıma hem oyun, hem de inanç bakımından zirve yaptırıyor. Pas, turnike ve şutları çok iyi. Kritik anlarda ortaya çıkıyor (clutch geni var.). Bunları alt alta topluyoruz; hala Isiah Thomas'ın upgrade edilmiş hali olmadığını düşünen var mı?

Haberler... Haberler...

Lakers vs Nuggets
Geçen akşam Roy Hibbert Magic karşısında tam 9 blok yapmış, 10 olan playoff rekorunu (1985'te Mark Eaton, 90'da Hakeem) kıramadan maç bitmişti. Bu akşam blok rekorunu egale eden birine rastladık: Bynum. Hücumda kötü başladığı halde konsantrasyonunu yitirmedi ve pota altını kararttı. Uzunlar böylesine hayvanî performans gösterince rakibin hücum anlayışı tamamen değişiyor. Nuggets pota altına girmeye korkar olunca ritimleri tamamen bozuldu elbette. Bir de garip not vereyim. Lakers gorması giyen bir oyuncunun playoff'larda yaptığı en son triple double için 91'e gitmek gerekiyor: Magic Johnson. Jordan'lı Bulls'a karşı 16 sayı 11 ribaunt ve 20 asistle oynamıştı.
                                               
Bynum'ın çılgın performansını bir kenara bırakıp takım savunmasından bahsedeyim. Lakers müdafaa anlayışı harikaydı. Mike Brown zaten savunma gurusu olarak tanınır. Nuggets'a en ufak hareket alanı vermediler. Jöle kıvamında bir organizmaymışçasına her noktayı kapattılar. Savunma rotasyonu o kadar güzel işliyordu ki, switch'leri tam olarak anlamak bile mümkün değildi. Hem şaşırdım, hem hayran kaldım.

Nuggets için en kritik nokta rakibi top kaybına zorlayıp hızlı hücumlar bulmak ve oyun temposunu artırmaktı. İkisini de beceremediler. Yedeklerin rol aldığı son dakikaları saymazsak Lakers yalnızca 7 top kaybıyla oynadı (Sezon ortalamaları 15). Nuggets kendi oyun ritmini maça kabul ettirmek bir yana Lakers'ın iradesine boyun eğdi.

Rondo'ya Ceza Geliyor
Hawks'ın iyi başladığı maçta Celtics pes etmeyince son dakikalarda atmosfer gerildi. Bitime 40 saniye kala top kazanma mücadelesinde hakemin çaldığı düdüğü beğenmeyen Rondo sinirlendi. Önce bir karış mesafeden hakemin suratına haykıran, akabinde hafifçe göğüs atan Rondo atıldı tabii ki. Abuk subuk yorumlar yapacağıma kural kitabını açıyorum: "Eğer herhangi bir oyuncu hakeme kasıtlı olarak fiziksel müdahelede bulunursa 1 maç ceza alır." Hareket sert değil, hatta çok yumuşak ama kastî olduğu aşikar.
                                               
Saha avantajını ele geçirmek isteyen Celtics için çok kötü haber; kariyerinde 1 kere bile playoff ilk turunu geçemeyen T-Mac içinse şahane.


Chris Duhon'ın Dansı
Magic'in galibiyete uzandığı maçın son dakikalarında Dany Granger top taşıyor. Chris Duhon, hakemlerin travel düdüğü için yaptıkları kol hareketlerinden esinlenerek garip bir dans figürü bulmuş. Sinir bozucu görünüyor. Maçlarda rakip takıma düdük çalınınca tribünler hep beraber ayağa kalkıp dans edebilirler.
                       
Maçı garip bir şekilde Orlando aldı. Bill Simmons'ın bol bol bahsettiği bir teori var: Ewing Teorisi. Patrick Ewing'in hem Knicks'te, hem de kolej yıllarını geçirdiği Georgetown'da her zaman en büyük yıldız olduğu malum. Fakat sakatlıklar yüzünden sahaya çıkamadığında takımlarının daha başarılı (ya da beklenenden başarılı) olduklarına dair garip bir fenomene rastlıyoruz. En büyük örneği, kaçırdığı 99 playoff'larında Knicks'in finallere çıkması. Şu sıralar insanlar internette teoriyi Orlando'ya uyarlayıp espriler yapmakla meşgul: "Dwight'ın yokluğunda takım playoff'larda başarılı olabilir mi?" İhtimali bile ağzımı sulandırıyor. 40 gün 40 gece Dwight hakkında espri yaparım. Ama o iş yaş. Orlando'nun seriyi geçmesi hala çok zor.

Sunday, April 29, 2012

Durant. Reyiz.

Playoff'larda bazı takım taraftarları bir örnek giyinmeye gayret ederler. Bu işi en iyi yapan tribün açık ara Oklahoma'da. Geçen sezon herkes aynı renk t-shirt giymişti. Bu playoff'lara da fire vermeden başladılar. Tabii amaç takımla aynı renk giyinip görsel uyum yaratmaktır. Bu defa bir iletişim problemi olmuş galiba. Taraftarlar mavi renk giyinmişlerdi; Thunder ise beyaz. Gerçi sahada mavi renk giyen adamlar da vardı: Mavericks.

Sakatlık haberlerinden sonra tüm hevesim kaçtı. Maç analizi yapacak hâlim yok ama son şut hakkında kısaca yorum yapayım. Pozisyon öncesinde Scott Brooks'un Durant'e neler söylediğini gösterdi televizyon: "3'lük at, 3'lük at. Ama boşluk bulursan içeri gir." Bravo, her kelimeden zeka fışkırıyor. Böyle mükemmel bir hücum çizebilmek için uzun seneler koçluk deneyiminiz olmalı.
                                                
Dallas'ın maçı alacağını sanmıştım. Maçtan önce yazdığım meşhur Rudy Tomjanoviç sözü geldi aklıma: "Bir şampiyonun kalbini asla hafife almayın." Fakat Durant basketi attı. Basket olacak top en fazla bu kadar nazlanabilir herhalde. Tarihte çemberde sekip giren çok meşhur bir şut daha var: Bu akşam tadını çıkaramadığımız Heat vs Knicks rekabetinin mihenk taşlarından 1999 Doğu Konferansı yarıfinallerindeki Alan Houston basketi (Evet, teselliyi mazide buldum.).


Unutmadan OKC'nin şampiyonluk rotası şimdilik (Grizzlies, Celts ve başka birkaç takım da gelebilir ama şu an) şöyle görünüyor: Mavs, Lakers, Spurs, Heat. Kolay gelsin.

Heat vs Knics 1. Maç

Seriden umudunuzu kesmeyin. Dün New York'un bazı maçlarda fark yiyebileceğini yazmıştım. Çabucacık dağılabiliyorlar çünkü. Playoff'taki son galibiyetlerini 12 sene önce aldılar[1]. Bu sene maç kazanacaklarına emin(d)im. Fakat Iman Shumpert vakası işleri allak bullak etti.

Knicks'in guard rotasyonu zaten korkunç durumdaydı. Lin sakatlandıktan sonra Baron Davis ilk 5 başlıyor, Mike Bibby bench'ten geliyordu[2]. Shumpert hem çok iyi savunmacı olduğu için sağlık sorunlarıyla boğuşan Wade'i savunacak, hem de guard rotasyonunda en güvenilir isim olacaktı. Sakatlandı. D-Rose'dan birkaç saat sonra, ön çapraz bağları koptu. Playoff'lar için daha kötü bir başlangıç hayal edemiyorum; şampiyonluk favorisinin tek süper yıldızı ve en dramatik serinin kilit oyuncularından biri sezonu kapattı.
Miami'nin, hareketliyken topla buluşup potaya yüklenen uzunları engelleyemediğini söylemiştim. Uzun oyuncuları olmamasına rağmen kısalar çok iyi alan kapattılar. Özellikle Shane Battier Amar'e ve Chandler'ın önüne geçip bol bol hücum faul yaptırmayı başardı.

Hücum faul demişken, Knicks'in yapacağı top kayıplarının çok kritik olduğunu, Wade&LeBron'un hızlı hücumlarda durdurulamadığını herkes biliyor. Knicks tam 24 top kaybı yaptı. Miami maç boyunca Knicks kısalarına çok iyi baskı yaptı. Tıpğkı hızlı hücumlarda olduğu gibi savunmada da ara ara çıkabildikleri fantastik bir seviye var. LeBron'un ligin en iyi 3 dış savunmacısından birine dönüştüğü biliniyor. Fakat son dönemdeki formuyla Melo'nun koaly kolay durdurulamayacağı konuşuluyordu. LeBron olağanüstü savunma yapmak bir yana Carmelo'nun çok fazla topla buluşmasına bile izin vermedi. Normal sezonun son bir ayında 30 sayı ortalamayla oynayan Melo 15'te 3'le 11 sayı bulabildi yalnızca. LeBron hücumda ise tek başına Knicks'i dağıttı. 3 çeyrekte 32 sayı (14'te 10); 4 top çalma, 4 ribaunt ve 3 asist de cabası. Knicks ilk 5 oyuncuları ise toplam 30 sayı atabildiler.

LeBron'un maçtaki bir hareketiyse bence epey komik. Tyson Chandler[3] LeBron'a çok sert bir faul yaptı. Ama o kadar; çok sert (Chandler oyundan atılsa sinirden izlemeyi bırakırdım.). Lebron (tank gibi, dağ gibi adamdan bahsediyoruz.) alenen abartıyor. 10 sene boyunca sırtında Dünya'yı taşımış ve sonra boyun fıtığı olmuş Atlas gibi görünüyordu mübarek. Zaten derdim sadece bu pozisyonla alakalı değil. Senede 40+ Miami maçı seyrediyorum muhtemelen, LeBron bunu hep yapıyor. Hatta süper yıldızların neredeyse tamamı böyle sikimsonique alışkanlıklara sahip. Artık playoff'lardayız, hatta Knicks vs Heat maçındayız. İnsaf.
                                     
Son olarak hakemler. Miami lehine fazlaca mı düdük çaldılar? Eh işte. Playoff ilk maçında ev sahibi avantajıdır diyor ve bırakıyorum. Knicks 11 serbest atış kullandı; Heat ise 33. Tabii potaya çok daha fazla yükleniyorlardı. Atışların 20'si topu alıp kendi başlarına bir şeyler yaratan[4] LeBron&Wade'den geldi zaten.
_________________________________________
[1]Bunda Eddie Curry'nin ligdeki yeni dominant uzun olabileceğini düşünen, Marbury'ye direksiyonu teslim eden Isiah Thomas'ın payı çok büyük.

[2]İnsan kendini 2004 senesinde sanıyor.

[3]Grip olduğu için oynamayabileceğinden korkuluyordu. Chandler olmayınca Knicks müdafaası tamamen dağılıyor çünkü. Oynadı ama erken faul problemine girip çıkmak zorunda kaldı. 

[4]İstatistik: LeBron&Wade'in bulduğu 18 basketin yalnızca 2'si asist üstünden geldi. Takımın geri kalanı 14'ü asist kaynaklı olmak üzere 16 basket buldu.

D-Rose Sezonu Kapattı (amk)

NBA'deki süper yıldızlar artık sinema yıldızlarından farksız; partiler[1], reklamlar, internet... Şampiyonluktan çok eğlence ve imaj peşinde koşan yüzlerce oyuncu var. Derrick Rose'un eğlenceli tayfayla alakası yok. Yalnızca ve yalnızca galibiyete odaklanmış, basketbol hariç hiçbir şey düşünmeyen bir adam. Mesela all-star'larda bile somurtması bazılarının hoşuna gitmeyebilir ama kendini basketbola adaması beni çok etkiliyordu. Geçen sene MVP ödülü kazanmasını saçma bulmuştum ama gizli gizli başarılı olmasını istiyordum sanırım. Yıldız kültürünün değişmesini engelleyebilecek oyuncuların başında geliyor(du). Maalesef sakatlandı. Indiana maçının son dakikalarında ön çapraz bağları koptu.
                 
Thibodeau sezon boyunca oyuncularına çok fazla dakika veriği için eleştirildi. Sakatlıklarla boğuşan Luol Deng'in 45 dakika oynadığı maçlar izledik. Hakikaten çok gereksiz. Bu akşam maç koptuktan sonra hala D-Rose'un sahada tutulması da insanların sinirlerini alt üst etti. Fakat Thibodeau sakatlıklar sebebiyle son haftalarda çok az forma giyebilen Rose'un ritim bulmasını istiyordu haklı olarak: "Ritim bulması lazım. Maç sonlarında ondan başka öne çıkabilecek oyuncumuz yok."

Bu sezon Rose'un başında lanetli bulutlar geziniyordu zaten. Çok farklı sakatlıklarla boğuştu; sol ayak başparmağı, sırt, kasık, sağ el bileği, sağ ayak bileği... şimdi de sol diz. Sezonu kapattığı haberi NBC'nin Miami edisyonundan gelince önce kimse inanmadı (inanmamaya çalıştı.). Henüz doğrulanmadığı için umut ve korkuyla haber sitelerini karıştırıyordum. Yarım saat içinde rapor geldi: "Rose sezonu kapattı, olimpiyatlarda da oynayamayacak." Yalnızca basketbolla ilgilenen ve kazanmaya çalışan bir oyuncunun playoff'larda oynayamaması kadar saçma bir şey olabilir mi amk?

Doğu'daki tüm hesaplar bozuldu. Bulls Sixers'ı eler. İkinci turda Celtics'i zorlar ama 6. ya da 7. maçta evlerine dönerler. Sezon maçlarında bile oyuncuların birbirine girdiği, playoff'larda serpilip gelişmesi beklenen Heat vs Bulls rekabeti de seneye kalmış oldu. Yazasım kalmadı. Lanet olsun[2].
________________________
[1]Her oyuncu partiye gidiyor ya da parti organize ediyor. Yapsınlar da zaten. Benim o kadar param olsa 40 gün 40 gece süren partiler veririm. Fakat eşşek yüküyle para almak için bazı partilere katılmaları bana abartılı geliyor. Deplasman maçına gittiklerinde şehrin en havalı kulübü "Bu gece Dwight Howard'lı parti var" diyerek gece boyu süren eğlenceler düzenliyor. Artık basketbolcular küresel süper yıldız haline geldiler. Lafım yok ama Rosevâri oyuncuları galiba daha çok seviyorum.


[2]Birkaç saat sonraki Heat vs Knicks maçında sezonun en iyi çaylaklarından Iman Shumpert sakatlandı, hem de aynı şekilde. twitter'da takip etiğim yazarlardan biri şöyle yazmış: "Playoff'lar, 1. gün; NBA: 0 - Ön çapraz bağ sakatlıkları: 2"

Saturday, April 28, 2012

2012 NBA Playoff'ları - 1

Evet, arkadaşlar. NBA'in en sevdiğim kısmı olan normal sezon sona erdiğine göre bundan sonra maç seyretmeyeceğim. Herkese teşekkür eder, blog'u takip ettiğiniz için gözlerinizden öperim. Seneye Charlotte Washington maçlarında görüşmek dileğiyle hoşçakalın. (Kaan Kural: Hoşçakalın!)

Golden State bilerek maç kaybediyormuş, Charlotte kaybetme rekoru kırıyormuş, Pistons asist yaptığında türküler şiirler yazılıyormuş... Yeter lan! Son iki haftadır beyin ölümü gerçekleşti bende. Basketbol izleme vakti gelmiştir, herkes derin bir nefes alsın. Takımlar antrenmanlarda birbirlerinin güçlü ve zayıf yanlarına göre çalışacaklar, maçlardaki gerginlikler sonraki maçlarda büyüyerek tekrar karşımıza çıkacak, kazanan kaybedeni evine gönderecek. Artık oyuncuların tek amacı 7 maç boyunca karşılaştığı basketbolcuları mağlup etmek. Lafı uzatmaya gerek yok. Ak koyun kara koyun ortaya çıkacak: Kim kendini basketbola adamış, kim biraz para kazanıp hava atma derdinde; kim her ne olursa olsun kazanmak istiyor, kim eğlencesine oynuyor; kim winner, kim loser... Bayanlar ve baylar, NBA Playoff'ları başlıyor.

1 haftadır nereye baksak playoff tahminleriyle karşılaşıyoruz. İlk başta ben de hevesliydim ama artık sıkıldım. Seri tahmini yapmaktansa takımların oyun tarzları, son durumları ve eşleşme problemleri hakkında yazmaya karar verdim[1]. İlk akşam başlayacak seriler


BULLS vs SIXERS
Sixers'ın kısa oyuncular üstüne kurulduğunu, sezon başında genç ve enerjik bir takım oldukları için şahane savunma yaptıklarını, topu paylaşmaya çalıştıkları için çok az top kaybıyla oynadıklarını herkes biliyor. Fakat sıkıştırılmış sezon ilerledikçe takımın konsantrasyonu azaldı ve sürekli savunma yapmaktan bıktılar. Doğu 3.'lüğüne dek yükselmiş olan takım all-star sonrası serbest düşüşe geçti. Hatta 8. sıraya son anda tutunabildiler.

Sixers çok iyi bir savunma takımı. Rakibe en az sayı şansı tanıyan üçüncü takım (89,4). Fakat karşılarında ligin en iyi savunma yapan takımı var: Bulls; 2 senedir en az sayı yiyen takım. 2000'lerin ortasındaki Spurs ve 2008 Celtics'ten beri bu kadar iyi savunma yapabilen, rakibin hücum anlayışını allak bullak eden başka bir takım gelmedi. Şampiyon Celtics'in savunma koçu olan Thibodeau ve kendini basketbola adamış oyuncular çok acayip bir kimya yarattı.

Sixers savunmada mücadelesini verecektir ama esas sorunlarının Bulls savunması karşısında daha da dramatik bir hal alacağına şüphe yok: Sayı. Boyalı alan skor üretiminde sondan 8. takım Sixers. Şahane dış şutörleri yok. Maç sonları zaten facia. Son çeyreklerde en az sayı üreten 5. takım (evet, üşenmedim baktım.). Uzatmalarda da aynı performansı muhafaza etmişler. Maşallah. Iguodala olağanüstü bir sidekick ama birinci adam olarak pek fazla işe yaramıyor. Az biraz Lou Williams'ı saymazsak maç sonlarında güvenebilecekleri bir çift bilek yok. Hücumlar tıkanınca Sixers'ın skor üretimi kangren oluyor.

Bulls cephesindeyse D-Rose'un sağlık durumu belli değil. Sezonun neredeyse yarısını kaçırdı. Playoff ilk turunda %75'le oynayabileceği tahmin ediliyor. Hem Rose'un ritim bulması, hem de bir süredir süper yıldızı olmadan oynayan Bulls'un Rose'lu düzene alışması vakit alacaktır. Aslında Rose oynamasa bile Bulls serinin favorisi olurdu (ve ikinci turda elenirdi.). Bench'leri çok derin. Tempolu oynamadıkları için çok sayı atmadıkları zannediliyor ama hücumları da çok etkili; pozisyon sayısına oranlayınca ilk 5'teler. Sixers savunmada mücadeleyi bırakmayacağı için maçların çoğu az farkla bitecek ama Bulls seriyi 4-1 kazanacak muhtemelen.

Rose'un sağlık durumunu saymazsak Chicago'daki temel sorun belli: Boozer'ın hücumu. Pek savunma yapmadığı, mücadele etmediği için Chicago seyircilerinin tepkisini çekiyor, hatta ara sıra yuhalanıyordu. Üstelik Bulls taraftarı Philly ya da New York seyircisi gibi herkesi yuhalama heveslisi değildir. Boozer'dan birkaç ay öncesine dek (Boozer geçen sondan biraz daha iyi.) nefret ediyorlardı. Savunmada mücadele etmeyeceğini anladılar ama haklı olarak hücumda sorumluluk almasını bekliyorlar.

Utah'tayken ligin en iyi pota altı bitiricilerinden biri olan Boozer hücumda da değişti; son senelerde pota altına girmeye üşenen, orta mesafeden şut atan bir oyuncuya dönüştü. Şu sıralar pota altı hücumuyla ilişkisi, bir pandanın seksle ilişkisine benziyor[2] Şutu istikrarlı olduğu için göze batmıyor olabilir ama Boozer içeriden oynadığında Bulls başka bir seviyeye çıkıyor; Derrick Rose da bunu ifade etmişti: "Boozer'ı içeride besleyebildiğimizde[3] hücumumuz çok daha derinleşiyor." Boozer potaya yüklendiğinde rakipler faul problemine girecekler, bazen iki savunmacıyla pota altını kapatmaya çalışacakları için Bulls dış oyuncularına boş şut imkanı doğacak. Tabii ki Boozer'ın orta mesafe şutu çok önemli (Savunmacısını dışarı çekince D-Rose'a penetre alanı açılıyor.) ama ondan ilk beklenen pota altında bitirici olması.

Bulls boyalı alandan maç başına 40 sayı buluyor. Bu alanda 20. sıradalar (lig birincisinden bahsediyoruz.). Sixers'a karşı sorun yaşamazlar ama sonraki turlar çok kritik. Mesela Miami. Savunmakta güçlük çektikleri 3 tip oyuncu var: (a)Hareketliyken topu alıp potaya yüklenen uzunlar, (b)topu aldıktan sonra gücü ve bildiği hücum numaralarıyla (Eski Boozer'ın en önemli özelliğiydi bu.) kolay basket bulan uzunlar, (c)uzunlar. Eğer Bulls Celts'i eleyebilirse (kolay değil), konferans finallerinde Boozer'ın içeriden üreteceği sayılara muhtaç olacaklar. Buradan Miami'ye geçiyorum.


HEAT vs KNICKS
Vay be. Şu eşleşmenin başlığını yazmak bile insanı heyecanlandırıyor. 90 sonlarında sürekli birbirleriyle eşleşir ve rakip oyuncuları öldürmeye çalışırlardı[4]. Maç değil meydan savaşıydı mübarek. Üst üste 4 sene playoff'larda eşleştiler ve tüm seriler yalnızca 1 maç farkla bitti. Bu kadar sert geçen çok az seri vardır tarihte. Son yıllarda NBA iyiden iyiye yumuşak hale geldiği için garip bir nostalji başladı: "New York-Miami maçları ne de güzeldi." Kusura bakmayın ama güzel falan değildi. Çok çirkin basketbol oynanıyordu. Basketbol bir temas oyunudur; ribaunt, turnike, pozisyon alma mücadelesi... Oyunun her ânında temas vardır. 2010'larda hakemlerin en ufak temaslara bile düdük çalması gezegendeki her NBA severin canını sıkıyor ama Knicks vs Heat de çekilecek dert değildi. Serileri seyretmeyen varsa YouTube'dan bakabilir. Başlarda mücadelenin çılgınlığı, "kana kan, dişe diş" naralarıyla körüklenen nefret (zerre abartmıyorum.), oyuncuların sertliği etkileyici olabilir ama bir seriyi baştan sona seyretmek çok zor. Efsane ama 80'lerdeki Lakers vs Celts gibi sürekli izlenebilecek serilere rastlamıyoruz. Güzelliğiyle değil sertliğiyle efsane olmuş bir rekabet.

Bu sezon 3 kere karşılaştılar ve tüm maçları Miami aldı. Hatta Knicks'i %40'ın altında tutmayı başardılar. Tabii New York'un sezon boyunca dalgalı kur ekonomisindeymiş gibi iniş ve çıkışlar yaşadığı malum. Carmelo önderliğinde toparlandıklarından beri ilk kez Miami'yle oynayacaklar. Serinin en çılgın tarafıysa LeBron ve Melo'yu sürekli birbirlerini tutarken görecek olmamız. Sezonun son bölümüne bakınca en parlak performanslarda Carmelo imzası görüyoruz. Ligin en iyi 3 skorerinden biri zaten. Tam da playoff öncesinde formu zirve yaptı; 30 sayıyla oynuyor. Üstelik en etkili olabileceği şekilde hücum ediyor. Bazı maçlarda 4 numarada da oynadığı için bol bol çembere gidiyor, sürekli fade away denemek yerine Novak ve JR Smith gibi 3'lükçüleri beslediği için rakip savunma aralanıyor ve kendisine yer açılıyor. Tabii karşısında ligin en iyi dış savunmacılarından biri var: LeBron.
Ben LeBron'dan bahsetmekten sıkıldım: Dünya'nın en iyi oyuncusu, bir tür süper mutant, olağanüstü bir pasör, 2011/12 MVP'si... 9 sene sonra ne kadar iyi bit oyuncu olduğundan değil, playoff'larda neler yaptığından bahsetmek istiyor insanlar. Defalarca söylemiştim: "Madison Square Garden'daki deli seyircilere karşı kritik anlarda ne yapacak? Heat'in Büyük 3'lüsü tarihteki yerini playoff'larda belirleyeecek." İşte geldi playoff'lar.

Her iki takım da çok iyi savunma yapıyorlar. New York pota altı savunması daha iyi. Miami ise tam konsantre olduğunda Wade&LeBron'la rakibi boğuyor (daha bench'ten gelen Shane Battier'den bahsetmedim bile.). New York daha yavaş tempoyla oynamayı seviyor, Miami ise hızlı hücumda her takımı ezip geçer. New York için top kayıplarının ölümcül olacağını herkes biliyor. LeBron&Wade hızlı hücumları sürüklemeye başladığında karşılarında kimse duramıyor çünkü.

Hem Miami, hem de Knicks rotasyon değişikliklerine adapte olmak zorunda. Amar'e sakatken Carmelo 4 numara oynuyordu. Miami'de ise Spoelstra Joel Anthony'yi ilk 5'ten çıkardı ve Haslem'i yerleştirdi. Miami'nin, uzun oyuncuları, özellikle de harketliyken topu alıp potaya yüklenen uzunları durduramadığından bahsetmiştim. Peki Chandler'a kim karşı koyabilir? Haslem değil. Takımların pota altı rotasyonunun nasıl olacağı tam olarak belli değil. Sık sık eleştirilen iki oyuncu Bosh (sezon başında çok iyi oynuyordu, gittikçe yavaşladı.) ve Amar'e birbirilerini dengeleyecek gibi görünüyor. Amar'e fiziken, Chris Bosh ise kafaca daha üstün. İkisinden biri eşleşmede ön plana geçerse takımları için ne kadar acayip bir avantaj yaratacağını söylememe gerek yok herhalde.

New York'ta Lin ilk turda oynayamayacak. Geriye Baron Davis (Baron sağlıklı olsa Miami'nin cılız oyun kurucularını post up'la bile yerle bir edebilirdi.) ve Mike Bibby'nin kaldığı düşünülünce kocaman bir oyun kurucu problemleri olduğu aşikar. Diğer tarafta Mike Miller defalarca sakatlık geçirdi ve pek çoğunu atlatabilmiş değil ama oynayacak. Skor yükü 3 kişinin omuzlarına yüklenince Miami zorlanabiliyor. Miller sayı atınca sayılar dağılacak ve hepsinden önemlisi Miller 3'lükleriyle tüm takımın dengesi yerine gelecek. Rakipler Miami'yi savunmak için pota altında kalabalıklaşıp LeBron ve Wade'e penetre alanı bırakmamaya çalışıyorlar. Dış şutlar yalnızca 3 sayıdan çok daha büyük anlam taşıyor.

Geçen hafta Wade'in parmağı çıkmıştı ama her maç forma giyebilecekmiş. Knicks, süper bir savunmacıya dönüşen çaylak Shumpert'la Wade'i tutacak. Wade'in yüzde kaçıyla sahada olabileceği belli değil. Eğer sağlıklı değilse işler karışacak. New York cephesinin en büyük arzusu belli: Wade'in çok skor üretemeyecek halde olması. Amar'e ve Bosh'u kafa kafaya çarpıştırıp seriyi LeBron vs Carmelo düellosuna çevirmek istiyorlar. Peki Wade ne diyor: "Uzun süredir Miami'deyim ve New York'a karşı bir maç kazandığımızda camianın nasıl hissettiğini biliyorum. İki takım arasında yaşanan rekabeti herkes biliyor. Ben de bunun farkındayım ve bir haftadır aklımda tek düşünce var: Knicks'le oynayacağız."
                                                
2:50'de meşhur kavga var. Maçın kendisi de çok meşhur zaten. 1997 Konferans Yarıfinalleri.

Miami'nin farklı kazanacağı maçlar olabilir, hatta bence 6. maçta Knicks elenir ama ilk tur serilerinin hiçbirinde bu kadar büyük drama yok.


PACERS vs MAGIC
Spoiler vermek gibi olmasın ama serinin sonucu belli: 4-0. Magic ligin açık ara en fazla 3'lük atan takımı. Bu kadar iyi 3'lük atan takım elbette ki günündeyse maç kazanacaktır. Ama ben 1 maç bile kazanabilirlerse şaşırırım. Howard ameliyat kararı alınca playoff serisi de öldü. Dwight takımın hem hücum, hem de savunma lideriydi. Zaten Orlando'nun bu kadar iyi 3'lük atmasının temel sebebi de pota altında 2 kişilik mücadele veren Dwight sayesinde 4 şutöre alan kalmasıydı. Maçı seyretmeyi bile düşünmüyorum. Pacers'ı görmek için ara ara bakarım.


MAVERICKS vs THUNDER
OKC hakkında geçen haftalarda çok konuştum. Koç oyun çizemiyor, yalnızca 3 oyuncu şut attığı için tahmin edilebilir bir takıma dönüşüyorlar, pick&roll deneyen yok, iç/dış dengesi her akşam tecavüze uğruyor, hatta seks kölesine dönüşmüş durumda... Spurs'le karşılaşırlarsa eleneekler. Grizzlies'e karşı şansları %50'den fazla değil. Lakers'ı atletik olarak domine etmelerine rağmen olası eşleşmede benim favorim Lakers olur. Ama Dallas'tan çok daha güçlüler.

Dallas Tyson Chandler'ı kaybettiği için ligin en iyi pota altı ikilisine (Bynum&Gasol) karşı hiçbir çareleri olmayacaktı. Lakers'tan kaçıp OKC ile eşleşmek onlar için ideal yoldu zaten. OKC'nin de çok iyi uzunları var ama yalnızca savunmayla ilgilendikleri için Dallas pota altı savunmasını pek zorlayamazlar. 

Takımların şu anki haline bakınca OKC'nin 4-1 yenmesi gerekir ama Dallas sonşampiyon. İlk maçı izlemeden yorum yapmak istemiyorum (yani kolaya kaçıyorum.). Birbirleriyle nasıl mücadele edeceklerini, nasıl eşleşeceklerini, Dallas'ın playoff'lara nasıl gireceğini görmek lazım. Çünkü NBA tarihine bakınca bir şeyi çok iyi anlıyoruz: "Asla bir şampiyonun kalbini hafife almamalıyız."
                                                
______________________________________________
[1]Yok lan, boş boş konuşma fırsatını kaçırır mıyım? Takımları kafamda tartıp tahminlerde bulunmayı çok severim. Eşleşmeler hakkında 2 satır yazdıktan sonra kendimi tutamam zaten.

[2]Pandalar harbi arkadaşlardır. Eğer bir pandayla arkadaşsanız ona gönül rahatlığıyla bacınızı/kocanızı emanet edebilirsiniz.

[3]Sorun Boozer'ı besleyememeleri değil, Boozer'ın ölüm orucuna girmiş olması. D-Rose kameralar karşısında takım arkadaşını kötülemek istememiş.

[4]Abartmıyorum, taammüden adam öldürmekten bahsediyorum.

Thursday, April 26, 2012

Phoenix'te Güneş Batıyor

Nash'in kariyerine en büyük darbeyi her zaman San Antonio vurdu. Eğer Spurs'e toslamasaydı bugün birkaç yüzüğü olabilir ve en büyükler arasında gösterilebilirdi[1]. Bu akşam efsane haline geldiği, 743 kere terlettiği Suns formasıyla son maçına çıkıyor. Hem de San Antonio'ya karşı. Rüya gibi (Tabii Spurs'un batı birincisi olduğunu, Suns'ın ise playoff'lara kalamadığını saymazsak.).

Aslında son maçına çıkacağını söylüyorum ama yalnızca kontratı bitiyor. Tekrar Suns ile anlaşmaya varabilir elbette. Fakat kariyerinin sonunda şampiyonluk hedefine tutunabileceği bir takıma gitmek istiyor. İnsaf, lütfen öyle olsun (Grant Hill de sakatlandıktan sonra Jared Dudley takımın en iyi 3. oyuncusu haline gelmişti. Phoenix'in son âna dek playoff'ları kovalaması, yalnızca ve yalnızca Steve Nash'in dehasıyla açıklanabilir.). Zaten aylar önce, takas dönemi bitmemişken başka takımlara gideceği konuşuluyordu. Takasını isterse Suns yönetiminin bu isteği geri çeviremeyeceğini, takım tarihinin en büyük efsanelerinden birine jest yapacağını herkes biliyordu. Fakat Nash takasını istemedi. İstemedi amk. Sadakatin öldüğü, nekrofil çetesi tarafından tecavüze uğradığı ve kalan parçalarının domuzlara yedirildiği bir lig izliyoruz artık. Oysa 38 yaşını doldurmuş, yüzük için son turları atan bir oyuncu ortaya çıkıyor, basketbolun unuttuğu bir değeri her şeyin önüne koyuyor: takım ve şehre bağlılık. İnsan Nash'e saygı duymakla yetinmek istemiyor, gizli gizli taşaklarını yalamak istiyor.
Sadakatin çirkin yüzü. Steve Nash'e Özgürlük!
Tanrı onun yüzük kazanmasını istiyor. Nash'e Özgürlük!
Derek Fisher'ın 5 yüzüğü mü var? Nash'e Özgürlük!
Kariyerinin böyle bitmesine izin vermeyin. Nash'e Özgürlük!

Sağlık sorunlarıyla boğuştuğu ilk 4 sezonu unutmaya çalışalım. Nash 2000 yılından itibaren ligin en iyi oyun kurucularından birine dönüştü (99 ortalamaları 8,5 sayı ve 5 asist. 2000 ortalamaları: 15,5 sayı ve 7,5 asist). Mark Cuban 2004'te 31 yaşına gelen Nash'in performansının düşeceğini zannetti ve iyi bir kontrat önermedi. Epic fail. Tarih değişmek üzereydi. Phoenix'e giden Nash, J-Kidd'in yaşlanmasının da etkisiyle ligin en iyi oyun kurucusu ünvanını aldı. Nash'i izlerken en büyük silahı hemen göze çarpıyor: içeri penetre edip, trafiğe aldırmaksızın dışarıdaki boş adamlara pas verebilmek. 2005'te hand-checking[2] kuralı kalkınca Nash'in pota altına yaptığı penetrelerin ne kadar kolaylaştığını hayal edebiliyor musunuz? Üst üste iki kere MVP ödülü kazanacak[3], takımı konferans finallerine sürükleyecek, Amar'e ve Shawn Marion'a (hatta Tim Thomas, Barbosa, Quentin Richardson ve daha birçoklarına da) kariyerlerinin en acayip sezonlarını yaşatacaktı.

Son 15 sezondur takım arkadaşlarını daha iyi oyunculara dönüştürebilen 3 oyun kurucuya rastladık: Kidd, Nash, CP3 (D-Will'de de aynı yetenek var ama henüz dandik bir takımı iyi hale getirebilmiş değil.). En doğru oyuncuyu, en doğru zamanda bulabilmek bambaşka bir yetenektir. Eğer böyle bir oyuncu bulabilirseniz gerizekalı bir koça, basketboldan anlamayan atletik oyunculara, senelerce süren başarısızlığa rağmen playoff'lara üst sıralardan girebilirsiniz[4]. 2003/04'te Phoenix 29 galibiyet, 53 mağlubiyet almıştı. Bir sezon sonra, Nash (ve koç: d'Antoni) hariç hiçbir önemli parça eklemedikleri halde 62 galibiyet, 20 mağlubiyete fırladılar. (OHA!) Hızlıca rakip sahaya koşup 14 saniye civarında şut atmaya dayalı, run&gun denen sistemi akıl almaz, şaşkınlıktan insanın beynini eriten saha görüşü sayesinde mükemel yönetti Nash. 3 rakip oyuncunun arasına girip en alakasız açılardan, kimsenin görmediği noktalar verdiği paslarla Phoenix'i ligin en çok sayı atan takımına çevirdi.

Nash hakkında ne desek boş. Muhtemelen Stockton'tan sonra en iyi pick&roll oynayan guard. Tıpkı Stockton gibi kritik anlarda ön plana çıkabiliyor (Dallas'a son 1 dakika içinde attığı 10 sayı ilk akla gelen örnek.). Kariyer yüzdeleri tek kelimeyle çıldırmış: %49'la saha içi isabet, %43'le 3'lük, %90'la serbest atış[5]. Tüm ligin, hatta NBA tarihinin en iyi şutörlerinden biri. Hepsini geçtim tüm lig tarihinde egosunu törpüleyebilmiş, insanlarla iyi anlaşabilen süper yıldızlar listesinin en başında yer alıyor (Nash, Magic, Duncan Dr J, Bird...). Futbol oynadığını, çılgınca zeki ve esprili olduğunu, filmler çektiğini, bir tür peygamber gibi takıldığını biliyoruz. Steve Nash: Dünya'daki en tuhaf adam.

Yaz aylarında şampiyonluk kovalayabileceği bir takıma gidecek. Kötü bir savunmacı (tek eksik yanı bu zaten) olduğunu düşününce handikap yaratmayacağı bir takıma (Savunma kültürünü daha da geliştirmiş Knicks mesela. Zaten New York'ta yaşamak isteyebileceği konuşuluyor.) gitmesi bence daha mantıklı olur. Yaşlı Magic veya Dr J gibi savunmayla pek işi olmayan efsanevî basketbolcular, iyi savunmacılar sayesinde handikap yaratmaktan kurtuldular. Nash'in asla böyle bir şansı olmadı. Kariyeri boyunca kötü savunma takımlarıyla (Mavericks[6] ve Suns) oynadı. Belki de atletik oyuncuları saha boyunca koşturabileceği bir takım gidecek (Miami, OKC...). Kararı verecek olan kendisi. Adam 40 yaşına gelmek üzere. Asist liderliğinde ikinci sırada. Mükemmel yüzdelerle maç başına 12.5 sayı atıyor. Yüzlerce oyuncu (Hakeem, Shaq, Iverson...) sakatlıklar ve yaşlılık sebebiyle kariyerinin sonunda çaptan düşmüştür. Nash ise yaz aylarında istediği herhangi bir NBA takımını seçecek ve anlaşma imzalayacak[7].

***

[1]2005'te konferans finallerinde, 2007'de konferans yarı finallerinde, 2008'de ilk turda elendiler (2005 ve 2007'de San Antonio şampiyonluğa uzandı. Playoff'lar boyunca onları en çok zorlayan takım belliydi: Nash'in sürüklediği Suns. İki seriden herhangi birini kazanmış olsalardı %90 ihtimalle şampiyon olacaklardı.). Mesela 2007 playoff serisinin ilk maçında Nash'in burnu yarıldı. Bandajlarla sahada durmaya çalıştı ama burnu kanamaya devam ediyor, kanlar bandajın kenarlarından akıyordu. NBA'de ne kadar küçük olursa olsun kanaması olan basketbolcular kenarda beklemek zorundadırlar. Nash oynuyor, kenara geliyor, yeni bandajlar hazırlanınca tekrar oyuna giriyordu. 31 sayı atmasına rağmen maçı Spurs kazandı. Serinin 4. maçındaysa Robert Horry önce Nash'in yuvarlanmasına sebep olan çok çok sert bir faul yaptı, daha sonra Raja Bell'e dirsek atıp oyundan atıldı. Maçı Suns kazanacak, seride durum 2-2 olacaktı. Fakat maçtan sonra hem Robert Horry'ye, hem de arbedede küçük roller alan Amar'e ve Diaw'a maç cezası gelince Suns rakibine nazaran çok güçsüzleşecek ve seriyi kaybedecekti (ve finallere ulaşan San Antonio LeBron'lu Cavs'i yok edecekti.). Ben yalnızca bir playoff serisinden örnek verdim. Bu iki takım tam 5 sene boyunca birbirleriyle ölümüne çarpıştılar. En sonunda 2010 geldi. Duncan'ın dirseği Nash'in yüzüne çarpınca hem kaşı açıldı, hem de bir gözünü açamayacak hale geldi. Fakat son çeyrekte, tek gözle (yani derinlik algısını kaybetmişken) 10 sayı 5 asist yaptı. En sonunda Spurs'ü elemeyi başardılar. Fakat Konferans Finallerinde Kobe'nin Lakers'ıyla karşılaşacaklar (Bu seri, Kobe'nin kariyeri boyunca en iyi oynadığı ilk 3 seriden biri muhtemelen.) ve bir kez daha eleneceklerdi. Serinin son maçı bittikten sonra Nash soyunma odasına gitti ve dakikalarca ağladı.

[2]Hand check: Savunma oyuncusunun rakibe eliyle dokunabilmesi ve belli ölçüde kontrol altında tutabilmesi.

[3]2006'da MVP ödülünü Kobe'ye vermemek faciaydı. Kobe: 35.5 sayı, 5.5 ribaunt ve 4.5 asist; Nash: 19 sayı, 4 ribaunt ve 10.5 asist. Suns: 54-28; Lakers: 45-37.

[4]Tüm elementler Clippers'a oturuyor. Süper oyun kurucu: CP3. Gerizekalı koç: Vinny del Negro. Basketbolu bilmeyen ham oyuncular: Blake, DeAndre Jordan... Yıllarca süren başarısızlık: Clippers'ın bir diğer ismi. NBA'de sezonu kötü geçiren takımlar, sonraki senelerde önemli draft hakları kazandıkları için her takım azami 10 sene içinde başarıyı yakalar. Peki Clippers play-off'larda en son ne zaman ikinci tura yükselebilmiş? 1976. Peki NBA tarihinde konferans finallerine çıkamayan 40 küsür sene önce kurulmuş kaç takım var? Bir. Clippers. Şapka çıkartıyorum, Kelimeler kifayetsiz.

[5]%45'le saha içi isabeti, %35'le 3'lük, %80'le faul atmak iyi sınırıdır. Nash iyi olmakla kalmayıp her departmanda elit seviyeye geldi. Bu istatistiklerle baş edebilecek yalnızca iki oyuncu var: Bird ve Nowitzki.

[6]Dirk Nowitzki'ye eskiden Irk Nowitzki denilirdi. Hiç defans yapmadığı için.


[7]Suns ise ligin dibine demir atacak ve yeniden yapılanmaya gidecek. Şu an NBA'de, tarihi boyunca en iyi kazanma yüzdesiyle oynayan 5 takımdan biri Suns. Fakat garip bir şekilde Şampiyonluğu yok. Önümüzdeki 5 sene sudan çıkmış balığa döneceklerine, rezalet galibiyet/mağlıbiyet oranlarıyla sürüneceklerine göre, bir süre daha kupadan uzak kalacakları kesin.


Not: Shifty şahane bir link bulmuş: Nash'in güldürüklü videoları Top 10.

Wednesday, April 25, 2012

Steve Francis: Finer Things

Steve Francis'in şarkısı internete düştü: Finer Things. Metta World Peace'in efsanevi eserlerinden daha iyiymiş. Tabii MWP'ten daha iyi rap yapmak demek, bir filden daha iyi uçabilmek anlamına geliyor. Üstelik klip şarkıdan daha kötü olmuş. Ömrünün, baharının 3 dakikasını ziyan etmek isteyenler için mükemmel bir fırsat
                   

Most Improved Player 2012

MVP ödülü LeBron'a gidecek. Yılın savunmacısı için iki aday yarışıyor: Chandler ve Howard. Yılın koçu ya Popoviç ya da Thibodeau olacak. En karışık tabloya MIP'de rastlayacağız. Son durum şöyle:

JEREMY LIN
Sezon boyunca yalnızca 35 maç oynadı. İlk 8 maçta 10 dakika bile süre alamadı. Knicks'in atlattığı badireler malum; formsuzluk, sakatlıklar... Lin'in gerçekten süre aldığı maç sayısı 27. Bunların 25'inde ilk 5 başladı. Amerika'yı kasıp kavurduğu bu maçlarda 18 sayı ve 7.5 ribaunt ortalamaları tutturdu. Her şey mükemmel bir rüyaya benziyordu; oynadığı takım, etnik kökeni, mezun olduğu okul, birdenbire ortaya çıkışı...

İnsanlar yaşanılanları Holywood senaryosuna benzetiyorlar. Oysa film senaryolarında belli bir mantık dizgisi vardır. Koç bir oyuncuya güvenir, ısrarla arkasında durur; oyuncu hırslanıp çalışır, en sonunda kahramana dönüşüp güzel kızı evine atar. Bu defa akıldan mantıktan eser yoktu. Koç Lin'in arkasında durmamıştı. Hatta sakatlıklar yaşanmasa bileti çoktan kesilmişti. Lin'in kendini geliştirecek vakti yoktu. Her şey bir gecede değişti. Kusura bakmayın ama sinemada görsem, böyle saçmalığa bacağım girsin, deyip salonu terk ederdim. Daha çok Walt Disney veya Loone Tunes senaryosuyla karşı karşıyayız.
NBA tarihinin en garip hikayelerinden birini geride bıraktık. Biraz daha soğukkanlı olmanın vakti geldi. Asla ama asla yaptıklarını küçümsemiyorum. Hatta sezonun yalnızca yarısında forma giymesini bile önemsememeye çalışıyorum. Lin ortaya çıktığında Knicks'in morali paramparçaydı. Daha sezonun 1/3'i bitmemişken playoff yarışına veda etmek üzereydi. Jeremy Lin tek başına bir camiayı ayağa kaldırdı. Fakat geçen sene oynamayan bir oyuncunun 30 dakika süre almaya başlayınca zaten rakamları uçuyor. Jeremy Lin'in nasıl bir basketbolcu olduğunu bilmiyorduk. Geçmişinden bihaber olduğumuz insanların kendilerini ne kadar geliştirdiklerini bilmek mümkün değil. Lin bu ödül kategorisine pek oturmuyor bence. Aynı Pekovic gibi[1].

Benim kafamdaki ilk 3 isimden biri değil ama ödülün ağır favorisi gibi görünüyor.

ERSAN İLYASOVA
Milwaukee playoff'ların uzağında kalmış, all-star arasından önce pes etmenin eşiğine gelmişti. Üst üste maçlar kaybetmekten kurtulamıyorlardı. Ersan birkaç maç çift haneli sayılara çıkınca daha fazla Bucks maçı izlemeye karar verdiğimi hatırlıyorum. Ekran karşısına geçtim. 4 maçlık mağlubiyet serisi D-Will'in Nets'i karşısında 5'e çıkacak gibi görünüyordu. Ersan 29 sayı 25 ribaunt yaptı. Şaşkınlıktan tuğla sıçtım. Ersan geçen sene 9,5 sayı yapıyordu, bu sene 13. Geçen sene 6 ribaunt alıyordu, bu sene 8,8. 3'lük yüzdesi 30'dan 45'e yüksledi; saha içi yüzdesiyse 43'ten 49'a. Oha!
Lin için bahsettiğimiz rüya ya da mucize faktörü Ersan için de devreye giriyor. Ersan lokavt süresince Amerika'dan ayrılmış, pek çok NBA oyuncusu gibi Avrupa'ya gelmişti. Bu küçük Avrupa seyahatinin uzayabileceği, hatta bir daha NBA'e dönmeyeceği konuşuluyordu. Milwaukee'de hemen her oyuncu şahsî oynadığı için Ersan yeteneklerini sergileyemiyor, kendini kanıtlayacak fırsat bulamadıkça paslanıyordu.  Her oyuncu skor ve istatistik aşkıyla oyunun belli bölümlerinde şahsi oynayabilir. Jordan'dan Kobe'ye, Robinson'dan Kareem'e dek yüzlerce oyuncu bazen bencilleşmişlerdir. Fakat takımın oyun kurucusu kontolsüzce sayı atmaya çalışıyorsa, geceleri uykusunda "Iverson'dan daha iyi skorerim" diye sayıklıyorsa tüm takımın hücum ritmi bozulur[2]. Kendi şutunu yaratabilen (Carmelo, Pierce...) ya da topla iyi dripling yapabilen basketbolcular (Ellis, Wade...) sıkıntı çekmeyebilirler ama Ersan böye bir oyuncu değil. Ritmi fena bozulmuştu. NBA'den ayrılabileceği konuşuluyordu hatta. Takas döneminde hangi Avrupa takımına gideceğini merak ederken adam koptu, aştı, başı arşa değdi.

Sezon sonunda kontartı bitiyor. Kafası rahat, mid-level'ı kapacak. Brooklyn'e taşınan Nets taliplerinden yalnızca biri.

RYAN ANDERSON
"Howard'ın yancılarından biri," "Howard olmasa boş şut bulması mümkün değil," "Başka takımlarda işe yaramaz..." Tüm bunlar, Ryan Anderson hakkında söylenen laflardan yalnızca birkaçı. Tüm sezon boyunca Dwight'ın en büyük yardımcısı olduğu belliydi. Fakat Anderson kendini aştı. Dwight'ın moral, form ve sağlık sorunları yüzünden oynayamadığı maçlarda sorumluluğu üstlendi, ribaunt topladı, takımı taşımaya çalıştı.

Geçen sene 10.5 sayı, 5.5 ribaunt ile oynuyordu. Bu sezonki istatistikleri: 16 sayı, 7.5 ribaunt. Hem 3'lüklerde, hem serbest atışlarda, hem de saha içi isabet oranında kariyerinin en yüksek yüzdelerini yakalamış durumda. İnsanlık, kendini geliştirmek deyimini açıklamak için bu paragrafı kullanabilir.

ANDREW BYNUM
Sezon boyunca pek çok olaya karıştığı için Bynum'dan bol bol bahsettim. Kısaca istatistiklerini veriyorum. Geçen sene 11.5 sayı, 9.5 ribaunt. Bu sezon: 18.5 sayı, 12 ribaunt. Küçük bir Bynum vakası anlatıp diğer isimlere geçiyorum. San Antonio'nun 33 ribaunt alaibldiği maçta 30 ribaunt çekti. Maçtan sonra kendisini Lakers formasıyla 30+ ribaunt  istatistiği yapan efsanelerle (Mikan, Baylor, Wilt, Kareem) kıyaslayan gazeteciye "Bok gibi şut atıyorum" dedi[3]. "Bu efsanelere aynı cümlede geçmek çok güzel" gibi klasik laflar gevelemesini bekleyen kanal da şok oldu ve hemen yayının sesini kıstılar.
                           
Skorerler için 60+ sayı ne ifade ediyorsa uzunlar için 30+ ribaunt da aynı anlama gelir. Love'ı saymazsak 30+ ribaunt alan tek aktif oyuncu Bynum. Bir önceki hayvan istatistik için 96'ya gitmek gerekiyor; Sir Charles 33 yapmış, Mutombo'nun da 31'i var.

PLASELER

Goran Dragic: Lige ilk girdiğinde çok kötü performans gösteriyor, Suns taraftarı kendisine Tragic diyordu. Vazgeçmedi, NBA'de kalıcı olabileceğini ispatladı. Nash'ten kapabileceği kadar numara kapmış. Oyun tarzında Nash esintileri hemen hissediliyor; içeri penetre edip 3'lük çizgisinin dışında bekleyen arkadaşlarına pas vermesi, tek dripling üstünden oynamaya çalıştığı pick&roll'ler[4]... Tabii hala gelişme sürecinde. Sayı ortalaması 7.5'tan 12'ye çıktı; asistleriyse 3'ten 5.2'ye. Üstelik kariyerinde ilk kez +%80'le faul atıyor.

Greg Monroe: Aldığı süreler neredeyse hiç artmadı ama +6 sayı, +2 ribaunt ile oynuyor. Sürekli Pistons'ı seyretmiyorum. Bu sezon 10-12 maçını seyretmişimdir ama pota altında çok daha etkili bir oyuncuya dönüştüğünü görmemek için basketboldan anlamamak gerek. Özetlerde bile fark etmek mümkün. Fakat ikinci sezonunu yaşayan oyuncular doğal gelişim sürecinde oldukları için Monroe ve benzerlerini bu kategoride düşünmek saçma oluyor. Yapmayın.

Avery Bradley: Geçen sezon 5'te 0 3'lük atmış; bu sezon 47'de 21. Saha içi yüzdesi 34'ten 51'e çıkmış. Serbest atışlarda %50'den %79'a fırlamış. 1,5 sayıdan 7,5 sayıya yükselmiş. Hepsini geçtim, olağanüstü bir savunmacıya dönüşmeye başladı. RayRay sakatlıktan dönünce Doc Rivers Bradley'nin ilk 5'teki yerini kesmedi ve Ray Allen bench'ten gelmeye başladı. İkinci sezonunu yaşadığı için benim ödüle bakış açımın dışında kalıyor. Ama bu ne lan? Böyle gelişim mi olur? Başından nasıl bir metafizik olay geçtiyse tüm ligdeki başarısız oyuncularla paylaşmasını diliyorum.

***

[1]Pekovic'in basketbolu bildiğini, pota altında pozisyon alabilme konusunda tüm gezegendeki en büyük ustalardan biri olduğunu biliyoruz. Amerika bilmiyordu. Geçen sezon 13.5 dakikada 5.5 sayı ve 3 ribaunt istatistikleri tutturmuş. Bu seneki ortalamaları: 26.5 dakika, 13.5 sayı, 7.5 ribaunt. Üstelik neredeyse aynı yüzdelerle sayı üretiyor. Yani kendini geliştiren Pekovic değil, T-Wolves'taki basketbol aklı oldu. Aslında takımda kendini gerçekten geliştiren bir oyuncu var: Kevin Love. Geçen sezona göre +6 sayıyla oynuyor ama gelişimi anlamak için maçları seyretmek lazım. Mesela post oyununu ikiye katladı. Şu an ligdeki en iyi 4 numara olabilir mi? Olabilir. MIP için düşünülmemesinin tek sebebi var: MVP tartışmalarında ilk 5 6 isim arasında gösterilmesi.

[2]Sahada 3 numara pozisyonundan hücum yönetebilen bir oyuncu varsa (Mesela LeBron'u ya da Hidayet'in Orlando'yla finallere yürürken üstlendiği rolü düşünün. "Önce 10 kere potaya penetre edeyim, 10 tane de şut atayım, daha sonra dengeli oyun kurarım" diye oradan oraya savrulan Jameer Nelson, hücumun dümenini Hido'ya teslim etmişti.) ya da takımın uzunları oyun okuyabiliyorlarsa (Gasol kardeşler, az biraz Garnett, en eskilerden Bill Russell...) bir nebze şanslısınız. Yalnızca asist yapmaktan değil, hücumu idare etmekten bahsediyorum. Tabii Bogut yerine Ellis (saf skorer) gelince Bucks'ta işler karıştı. Üst üste maç kazandıkları dönemde bol bol asist yapıyorlardı ama kendi şutunu yaratamayan oyuncuları istikrarla beslemeleri mümkün değildi. Hala değil. Ellis saf skorer, doğası gereği sayı üretmek zorunda. Sahada olmasının tek amacı bu. Jennings de çaylak sezonunda 55 attığı maçtan beri aptalca bir tribe girip yalnızca skorer olmaya karar verdi (Büyüyünce Iverson olacakmış.). Maç başına yaklaşık 40 şut atıyorlar. Golden State Curry&Ellis ikilisinin inanılmaz bir savunma handikapı yarattığını fark etti ve seneler sonra takım kültürünü (sadece hücum) değiştirmeye karar verdiler. Ellis&Jennings ikilisi de savunmada kocaman problemler oluşturuyor. Yazın Jennings'in takasta kullanılabileceğini düşünüyorum.

[3]Kobe'nin sakatlığı sebebiyle dinlendiği maçlarda Bynum'ın yüzdesi 35'lere düşmüştü. Uzun oyuncular için korkunç ortalama.

[4]Kidd gençliğinde elit savunmacı olduğu için her zaman Nash'in yarım adım önündeydi ama John Stockton emekli olduktan sonra tüm NBA'de pick&roll'u en iyi uygulayan oyuncu Nash.

Tuesday, April 24, 2012

Özgürlük Anıtı

En İyi Savunmacı Ödülü muhtemelen Tyson Chandler'a[1] gidecek. Fakat en iyi dış savunmacı diye bir ödül olsa, bu sezon ya Tony Allen ya da Luol Deng[2] kazanırdı. Grizzlies tam saha baskı uygulayan bir takım. Hatta NBA'de bu işi onlardan iyi yapabilen yok. Memphis guard'ları (Conley&Allen) rakip kısaları boğuyorlar. Üstelik Tony Allen hem danalar gibi sahada koşturuyor, hem de rakibin süper yıldızını savunuyor. Zaten fantastik hareketleriyle değil, inatçılığıyla tanınan bir basketbolcu. Fakat dün akşam güzel bir hareket yaptı: Özgürlük Anıtı; Amerikan futbolundaki meşhur numaralardan biri. Hareket şöyle[3],
                         
Tamam, basketbolda pek işe yaramayabilir ama hoş görünüyor. Peki futbolda işe yarar mı? Amerikan Futbolu bilmeyenler için kısaca anlatayım. Quarterback bir eliyle pas verirmiş gibi yapar ama o sırada topu diğer eline alıp sırtının arkasında saklar. Bu sırada running-back çaktırmadan topu quarterback'ten alır ve koşmaya başlar. Ben anlatınca olmuyor,
                                                

***

[1]New York Knicks şu an ligin önemli savunma takımlarından birine dönüşmek üzere. Geçen sene 105,7 sayı yiyorlardı; bu sezon 94,8. Geçen sezon ligde en çok sayı yiyen 3 takımdan biriydi Knicks. Melahat Hanım Anaokulu Kız Öğrenciler Basketbol Takımı bile müdafaada Knicks'ten daha başarılıydı (Ciddiyim. Geçen sene yeğenimin maçını seyretmiştim.). Unutmayalım ki, savunma özürlü bir bünye olan Amar'e takımın pota altında yer alıyor. Bu dramatik değişimin en büyük sorumlusu (yaklaşık %89.4'ü) Chandler.

[2]Derrick Rose sakatlıkları yüzünden normal sezonun neredeyse yarısını kaçırdı. Bulls'un lig birinciliğine ulaşmasında aslan payı koçun; tüm oyuncuların da payı var. Fakat Luol Deng önemli sağlık problemleriyle boğuşmasına rağmen sürekli sahaya çıkmaya çalıştı. Üstelik her maç rakip süper yıldızlarla boğuşmak zorunda kaldı.

[3]O değil de Tony Allen double dribble denen naneyi yapmış gibi görünüyor. Hakemler düdük çalıp topu Cavs'e verebilirlerdi.

Allen Iverson ve Michael Jackson

                                               
Sene 2001. Allen Iverson kazandığı MVP ödülü hakkında basın toplantısı yapıyor.

"Ona her zaman söyledim ki, benim istediğim ilişki Michael Jackson'la... Pardon, Michael Jordan... Gördüğünüz gibi 10 dakikadır bu
rada konuşuyorum ve hala gerginim. Onunla aramda, Phil Jackson ve Michael Jordan'ınkine benzer bir ilişki olsun istedim.
...
Michael Jackson dedim. İnanamıyorum."

Monday, April 23, 2012

Haberler... Haberler...

OKC vs LAKERS
James Harden ilk yarıda Thunder'ın en iyi oyuncusuydu. Metta World Peace olaya el attı, pardon dirsek attı.
                       
Artest yaklaşık 6 maç ceza alacak. Ariza DeMar DeRozan'a dirsek atmaya çalışmış ama tutturamamıştı. Faturası 1 maç ceza oldu. Kobe'nin Ginobili'ye attığı çok çok daha hafif bir dirsek darbesi yine 1 maç ceza kararı getirmişti. Dirseğin faturası belli. MWP çok sert vurduğu için 5 maçtan daha az ceza gelmesi mümkün değil.

Lakers özellikle MWP maçtan atılınca dağıldı. Kobe korkunç şut atıyor, Sessions kontrolsüzce potaya yükleniyor, Bynum rüyalarda geziniyordu. OKC farkı 17'ye çıkarmıştı. Jordan Hill ve Steve Blake'in iyi performanslarıyla Lakers son çeyrekte farkı azaltmayı başarınca Mike Brown sahadaki 5'i değiştirmedi. Maça konsantre olan oyuncularla devam etme kararı aldı. Son anlarda da klasik Kobe performansı izledik. Önce hücum süresi biterken tek ayak üstünde 3'lük attı. Sonraki pozisyonda yine 3'lük attı. Uzatmalarda Nowitzki'nin leylek şutunu atınca (Kendi etrafında dönerek topu sektir. Dengeni kaybet. Tek ayak üstünde geriye çekilerek zıpla. Sayı at.) maçı yine EŞŞEK'e (H.O.R.S.E.) çevirdi (Attığı 26 sayının 19'u normal sürenin son 4 dakikası ve uzatmalarda geldi.). Egosu çok büyüktür, bencillik yapar falan fıstık ama adamda clutch geni var (Gerçi bu sene kritik anlardaki genel performansı çok iyi değil. % 33'le atıyor[1].). Şampiyonlukla aranızda 48 dakika varsa, muhtemelen takıma önce Kobe'yi (tabii aktif oyuncular arasında) alırsınız[2]. (Bu paragrafta çok fazla parantez kullanmışım.)

OKC cephesi: 2 uzatmalı maçı kaybetmelerinin esas sebebi belli: Scott Brooks ve gerizekalı hücum tercihleri. Bir koç 10 kere mola alır ve hiçbirinde oyun çizmez mi? Maç berabere giderken, gerideyken, öndeyken... Her durumda mola aldı ama dönüşte Durant ya da Westbrook kafalarına göre 3'lük denediler. Allah aşkına, vicdan aşkına, Uçan Spagetti Canavarı aşkına yaz aylarında Thunder'a düzgün bir koç bulun (Mesela Rick Adelman. Hatta Stan van Gundy de olur.). Tabii şampiyonluk gelirse hiçbir şeyi değiştirmezler ama bence mümkün değil. OKC son 12 maçın 6'sını kazanabildi. Miami, Pacers, Clippers (x2), Lakers ve Grizzlies'e kaybettiler. Yendikleri takımların en iyisi Phoenix Suns. Son maçlara bakarak çok derin anlamlar çıkaramayız yok ama tablo hoş görünmüyor.

Not: Lakers ve OKC %90 ihtimalle playoff ikinci turunda eşleşecekler. Üstelik Metta World Peace dönmüş olacak.

D-WADE'İN PARMAĞI ÇIKTI
Heat süper yıldızlarını playoff öncesinde dinlendirmeye çalışıyor. Geçen akşam Büyük 3'lüden yalnızca Wade'in oynayacağı açıklanmıştı. Hemen maç öncesinde Wade'in parmağı çıkınca LeBron eşofmanları giyip ısınmaya çıktı. Yine de hiçbirini oyatmadılar ve Wizards'a yenildiler. D-Wade'in playoff ilk turuna yetişebileceği söyleniyor ama ilk birkaç maçı kaçırırsa şaşırmayın. Bu sene hem D-Wade hem de Rose sağlık sorunlarıyla boğuştu. Herhangi birini kaybetmek takımları için kabus olur Knicks pusuda; şu anki halini aç kurtlara benzetebiliriz. Bu akşam Hawks'ı mağlup ettikten sonra Miami'yle eşleşecekleri kesinleşti gibi. Wade'i denklemden çıkarıp seriyi LeBron vs Melo düellosuna çevirmek şu an en çok istedikleri şey.

Bu arada LeBron az önce biten maçta Houston Rockets'ı tek başına devirdi. Gerçi Houston kendi kendini devirdi. 10 maç önce playoff'lara kalacağına kesin gözüyle bakılıyordu; son 8 maçın 7'sini kaybettiler. Yine de LeBron'un istatistikleri muhteşem: 35 dakikada 32 sayı, 8 ribaunt, 5 asist. Bu sene MVP ödülünü alacağına şüphe yok (Tek rakibi olarak Durant gösteriliyordu[3]. OKC'nin son virajdaki kötü performansı tartışmalara nokta koydu.). Umarım performansını playoff'lara taşır ve yıllardır (Ligdeki 9. sezonu. İnsaf.) kendisinden beklenen rolü doldurur.

BİLEREK MAÇ KAYBEDENLER
NBA'deki en çirkin fenomen olabilir. Takımlar playoff'u kaçırınca sonraki draft'te iyi yer kapabilmek için kaybetmeye çabalıyorlar. İyi oyuncular sakatlık bahanesiyle kadroya alınmıyorlar. Bu yılki draft çok çok iyi olduğu için artık işin boku çıkmış durumda. Nets maçını açıyoruz; D-Will ve Gerald Wallace oynamıyor. Bobcats maçını açıyoruz (yok lan deli miyim de Bobcats'in maçlarını seyredeyim?); iki aydır ortalama oyunculara bile az süre verdiklerini görüyoruz. Cavs Kyrie Irving'i oynatmıyor. Wizards Kings, Warriors... Hepsi  ligin dibine demir atma yarışında.
Bunun bir şekilde engellenmesi lazım. Pek çok fikir var: "7. ve 8. sıralar için birkaç takımın katıldığı mini turnuvalar olsun," "belli bir galibiyet sayısının altına düşen takımlara ekstra vergi yükü gelsin.," "son 5 maçı kazanmak birinci sıra şansını çoğaltsın..." Hiçbiri kabul görmedi ve görmeyecek muhtemelen. Ama Amerikalıların tanking dediği bilerek maç kaybetme olayını bir şekilde çözmeleri gerek.

***
[1] Ligin zirvesinde yılın çaylağı ödülünü kazanacak olan Kyrie Irving var. Bu sezon kritik anlarda en çok sayı üreten oyuncu oldu. "Cavs'te başka kim şut kullanacak amk" diyorsanız yüzdesini vereyim: %55. İlk 10'da bu kadar yüksek yüzdeyle atan başka oyuncu yok.

[2] 2010 Finalleri'nin son maçında 24'te 6 attı. Kötü. Ama adamın galibiyet takıntısı olduğu belli. Kötü şut atıyordu ama ikinci yarı bol bol faul çigisine gitti (Maçta en çok serbest atış kullanan isim.). Biraz daha dikkatli inceleyince ne demek istediğim anlaşılıyor zaten. Lakers'ın en çok sayı atan oyuncusu kimdi? Kobe. Sahanın en skoreri kimdi? Kobe. Kaç ribaunt aldı? 15. Celtics'te 10'u geçebilen yoktu. Falan fistan.

[3] Diğer önemli adaylar: CP3 (Clippers'ı bambaşka bir takıma çevirdi.), Dwight (SVG ile verdiği röportajda şansını yok etti.), Kevin Love (26 sayı ve 13.5 ribauntla oynuyor. Oha!) ve ucundan kıyısından Kobe (Bence bu sezon mega saçma.).

Sunday, April 22, 2012

O. J. Simpson Vakası ve NBA Finalleri

O. J. Simpson davasını bilmeyen var mı? Tarihteki en büyük running back'lerden biri, NFL Hall of Fame'ine seçilmiş bir efsane, eski eşini ve sevgilisi olduğu iddia edilen bir adamı bıçaklayıp arkasında tonla delil bıraktı. Cinayet mahallinin her yerinde kanı vardı. Kadın (Nicole) öldürülmeden önce boğuşmaya girdiği belliydi ve OJ'in elinde bir kesik vardı. Cinayet işlendiğinde başka yerde olduğunu söyleyebilen hiçbir tanığı yoktu. OJ Simpson'a ait bir eldivende Nicole'un kan izlerine rastlandı. Simpson'ın arabasında Nicole'un kan izlerine rastlandı. Öldürülen adamın kıyafetlerine ait lifler, aynı arabanın döşemesinde bulundu. Üstelik Nicole pek çok defa polisi arayıp, kocasının kendisini dövdüğü gerekçesiyle yardım istemişti ve telefon kayıtları mahkemeye sunulmuştu. Simpson, Amerika Tarihi'nin en meşhur davalarından birinin tek sanığıydı (başka şüpheli bulunamadı.). Belki Manson ve melekleri (cinayetler işlemeye başlayan bir hippi komünitesi) ya da Bill Clinton'ın yasak aşkı gibi vakalarla kıyaslamak mümkün. Davadan önceki süreci hatırlatayım.

Tek şüpheli olan Simpson'ı zorla karakola götürmediler. Cinayetten birkaç gün sonra teslim olması için 11'e dek süre tanıdılar. Tüm gazeteciler polis istasyonunda toplanmış bu tarihî ânı kaydetmek için bekliyorlardı. Beklediler, beklediler... Biraz daha beklediler. Ama Juice gelmedi. Derhal yakalama emri çıkarıldı. Gezegendeki en büyük sporculardan birini tutuklamak için Los Angeles'taki tüm polisler seferber olmuştu. Birkaç saat içinde Amerika'daki tüm insanlar televizyonlarının başına geçecek, şaşkınlıktan beyinleri sulanmış bir halde tarihteki en garip televizyon yayınlarından birini izleyeceklerdi: Juice'un kaçma girişimi.

Juice beyaz bir Bronco'daydı ve yanında bir rehine vardı (başka bir futbolcu: Al Cowlings). Peşlerinden onlarca polis aracı geliyordu; motosikletler, arabalar, helikopterler... Televizyonlar canlı yayına geçmişler (ABC, CBA, CNN... bütün televizyon kanallarından bahsediyorum.), başka hiçbir şeyle ilgilenmiyorlardı. "Ulan bu anlattıklarının NBA'le ne alakası var" diyorsanız kameralarımızı Madison Square Garden'a çevirelim: 1994 NBA Finalleri. Hakeem Olajuwon'ın Rockets'ı Knicks'e karşı mücadele veriyor. Seride durum 2-2. Beşinci maçı kazanan çok büyük bir avantajı ele geçirecek. Fakat hiçkimse basketbolla ilgilenmiyor, herkes Juice'un peşinde. O gece pizza ve hamburger şirketleri eve servislerde rekor kırdılar. 100 milyon insan Simpson'ı canlı yayında izledi (televizyon seyircilerinin yaklaşık %75'i.).


NBC profesyonel zorunluluklar gereği maç yayınını iptal etmeyeceklerini açıkladı (aman ne demek, teveccühünüz). Fakat alt yazılarla son gelişmeler iletiliyordu sürekli. En sonunda ekranı ikiye bölüp her iki olayı da aynı anda vermeye başladılar. Dünya basketbolunun zirvesi mecburiyetten canlı yayınlanıyordu. Patrick Ewing'in şampiyonluk yüzüğüne en çok yaklaştığı ânı yaşıyorduk. Bir daha asla kupaya bu kadar yaklaşamayacaktı. Ewing'in 25 sayı 12 ribauntu, John Starks'ın, Charles Oakley'nin, derek Harper'ın iyi performansları... Knicks maçı alacak ama son iki maçı Rockets'a kaptırınca, 7 maçlık seri sonunda ilk yüzüğüne ulaşan Hakeem "The Dream" Olajuwon olacaktı
Buraya kadar olan her şey tamam. Fakat Juice'un gölgelediği tek spor dalı basketbol değilmiş. ESPN'in 30. yaşgünü için 30 tane belgesel çektiğinden bahsetmiştim. Belgesellerden biri bu konuyu ele alıyor: June 17th, 1994. O gün New York'ta Rangers'ın şampiyonluk kutlamaları vardı. 54 sene sonra Stanley Cup Finali'ni[1] kazanan Rangers kupayla beraber sokakları turluyordu. Efsanevi golfçü Arnold Palmer son kez Amerika Açık'ta sahne alıyordu. 1994 Dünya Kupası'nın açılış günüydü ve gösterilerin ardından ilk maçlar başlamıştı. MLB oyuncuları grev kararı almak üzereydi. NBA Finalleri'nin 5. maçı oynanıyordu. Ve tğm bunlar kimsenin umrunda değildi.


O. J. Simpson'ın önce kaçmaya çalıştığı, sonra intihar edeceği, daha sonra annesinin evine gitmeye çalıştığı düşünüldü. Saatler süren kovalamaca bitince Juice tutuklandı. Mahkemede suçsuz bulundu. Birkaç sene sonra tekrar açılan davada suçlu bulundu ama aynı suçtan ikinci kez hüküm giyemeyeceği için 30 milyon $ para cezasına çarptırıldı.

*

[1]Amerikanya Sporları Hakkında Temel Bilgiler: NHL finaline "Stanley Cup Finali" denir. Mesela NFL finaline de SuperBowl deniyor. Stanley Cup 24 saat boyunca şampiyon oyuncuların evinde kalır. O yüzden kupanın kendisi, yüzükten daha önemli bir simgedir hokeyciler için.