5 Nisan 2012. Orlando Magic şut antrenmanı yaparken gazeteciler mikrofonlarını Stan van Gundy'ye uzatıyor ve NBA tarihinin en garip röportajlarından biri başlıyor.
Filmi birkaç sene geriye saralım. 2009 play-off'larında Magic, Celts karşısında 5. maçı kaybettikten sonra Dwight Howard ve van Gundy'nin röportajları bomba etkisi yaratmıştı. Dwight, topun kendisine verilmediğini, koç hatalarıyla maçı kaybettiklerini açıklamış, van Gundy ise mağlubiyeti bazı oyuncuların kosantrasyon eksikliğine bağlamıştı. Herkes moralman dağılmalarını beklerken toparlandılar ve finallere yükseldiler. Orlando için finallerin iki kritik ânı belli: 2. maçta Hido'nun alley-oop pasını bitiremeyen Courtney Lee ve 4. maçta iki serbest atış kaçıran Dwight Howard(1). Yine de kulüp tarihinde ikinci kez Doğu Konferansı Şampiyonu oldukları için başarılı bir sezon geçirdikleri konuşulmuş, anlaşmazlıklar unutulmuştu.
Stan van Gundy ligin iyi koçlarından biri. Fakat sürekli evladı ölmüş anneler gibi feryat figan eder. Bağırıp çağırmadığı zamanlardaysa limonî keler turşusu yalamışçasına dudaklarını büzüştürüp bench'te oturur. Yüz ifadesini Pepsi reklamlarında öpüşen Aysun Kayacı'ya veya Somurtkan Şirin'e benzetebiliriz.
Bir süre sonra oyuncular isyan ediyorlar tabii. Hido, van Gundy ile bol bol kavga etmiştir mesela. Dwight gibi 7/24 eğlenmek isteyen, işler zora girince kaçan bir basketbolcunun da her şeyi sineye çekmesi mümkün değil. Orlando yönetimi de Dwight gibi değerli bir oyuncuyu bırakmamak için her şeyi göze alabilir (koç değişikliği, transferler, para...). Fakat Dwight'ın ne yapacağı belli değil. 2 sezondur 6954 kere fikir değiştirdi: "gidicem, kalıcam, gidicem, kalıcam, Los Angeles'ta ünlülerle takılmak istiyorum, Dallas'a gidip daha az vergi ödemek istiyorum, New York beni çağırıyor, kalmaya karar verdim, beni takas edin, Orlando benim evim..." Bildiğin liseli. Ne yapmak istediğini kendisi de bilmiyor.
Bir türlü karar veremediği, camiaları ayı oynatırmışçasına oyaladığı için kendisine duyulan sempati erozyona uğramaya, insanların sevgisi yok olmaya başladı. Dwight da korku ve telaşla sözleşmesini 1 sene daha uzatmaya karar verdi. Göğsünü gere gere Orlando'ya ihanet etmediğini söyleyerken bir yandan da Stan van Gundy ile çalışmak istemediği, koçu kovdurmaya çalıştığı yönünde söylentiler ayyuka çıkmıştı. Hatta geçen hafta Dave Ping isimli bir gazeteci önemli bir iddiada bulundu: Howard, van Gundy'nin kovulması şartıyla kontratını uzattı.
Bu şekilde 5 Nisan 2012 tarihine geldik. Magic'in şut antrenmanında gazeteciler mikrofonlarını van Gundy'ye uzattılar ve neler olup bittiğini sordular. SVG konuşmaya başladı: "NBA'de böyle şeyler olur. Yüksek profilli bir oyuncu koçunun kovulmasını istediğinde bu herkes için büyük bir hikayedir. Ama hayal kırıklığı yarattığını itiraf etmeliyim. Bunun olmasını istemezdim ama birkaç gün önce yağmur yağmasını da istememiştim. Hayat devam ediyor. Şu an için önemli olan basketbol. Kimse benim işimi kaybedebileceğimle ilgilenmemeli. Kimse benim için endişelenmemeli. Bana bir şey olmaz. Yeni bir iş bulabilirim, param var... Dwight'ın ne istediği ya da benim ne istediğim mühim değil. Şu an kıçımızı yırtarcasına çalışmalı ve her gün kendimizi geliştirmeliyiz. Zaten hiçkimse benim ölene dek burada kalacağımı söylememişti. Hiçkimse kendini bana adamak zorunda değil ama herkes kendini takıma adamalı. Kimseden sevgi ya da destek beklemiyorum. Eğer sevgi bekliyor olsaydım ailemi bırakıp buraya gelmezdim."
Tüm gazeteciler şok olmuştu. Stan van Gundy açık açık Dwight'ın kendisini kovdurmak istediğini söylemişti. Bundan sonrasına videoyu izleyip devam edelim.
Gazeteci: Tüm bunların doğru olduğunu nereden biliyorsun?
Stan van Gundy: Bana bunun doğru olduğu söylendi. Hem de yönetimin en tepesinden.(2)
Gz: Sana ne dedilr. Arkanda duracaklar mı?
SvG: Bana hiçbir şey söylemediler. Söylemek zorunda değiller zaten. Şu anda koç benim ve kovulana dek koçluğa devam ediyorum. Bana bir şey söylemek zorunda değiller. Söylemelerini de beklemiyorum. Ben bu gece daha iyi savunma yapmamızı bekliyorum. Söylediklerimin çılgınlık olduğunu düşünebilirsiniz ama tek gerçek bu. Gerisi... tıpkı daha önce söylediğim gibi umurumda değil. Şu an saat 12:02. Eğer beni 12:05'te kovmak isterlerse eve gider ve yapacak bir şeyler bulurum; güzel bir gün geçiririm. Kovulmak beni endişelendirmiyor. Beni endişelendiren, akşam 7'de Carmelo Anthony'yi savunup savunamayacağımız. Carmelo beni deli gibi endişelendiriyor.
Gz: Bir oyuncu koçun kovulmasını istiyorsa, sence koçla çalışmaya devam etmesi...
SvG: Eğer bir oyuncuysanız... boşverin oyuncu olmayı, bu dünyadaki herhangi bir insandan bahsediyorum. Bahse varım ki bu odada patronuyla sorunlar yaşayan ve onu sevmeyen en azından bir insan var. Belki aramızdaki tek bir insan... Fakat hâlâ sıkı çalışıyor ve iyi bir iş çıkarıyor. Normal olan da bu; kimse için farklısını düşünemeyiz. İnsanların işlerine nasıl baktıkları ve çıkıp sahada neler yaptıkları önemli. Herkes kendi gururu, takım arkadaşları için oynar. Başka hiçbir şey için değil, Başka hiçbir şey önemli değil.
Ben her şeyi dün öğrendim. Dürüst olacağım, bana neler sorulacağını ve nasıl cevap vereceğimi düşündüm. Beni rahatsız eden tek şey saçma salak muhabbetler; tüm iddiaları inkar etmek, soruları cevapsız bırakmak... Beni özgürleştiren tek şey dürüst olmak ve gerçeklerle yüzleşmek. Sanırım bazı insanlar neler olup bittiğiyle yüzleşmekte zorlanırlar. Oysa benim için dürüst olmak aptal aptal muhabbetlerden çok daha kolay.
Gz: Sen ne düşünüyorsun? Yönetimle görüştüğünde ne yapacaklarını hissettin. Onu mu dinleyecekler yoksa...
SvG: Hiçbir fikrim yok. Elbette ki karar yönetimin. Yönetimin karar vermesi gerek ama bunlar beni endişelendirmiyor.
Tam bu sırada muhabbetin başını duymamış olan Dwight Howard içeri giriyor ve espriyle karışık, "evet Stan, bunlar bizi endişelendirmiyor, değil mi" diye soruyor.
SvG: Ben de tam bunu söylüyordum. Bizi maçlar ve galibiyetler ilgilendirmeli
Dwight kolunu van Gundy'nin omzuna atıp, bizim temel endişemiz ne, diye soruyor.
SvG: Carmelo Anthony ve New York Knicks'i durdurmalıyız.
Howard: Plan bu. Tüm deikoduları başlatan Dave Ping burada mı?
SvG: Herhalde değil, Ping'i buralarda göremiyorum. (Gazetecilere dönüp) Benimle işiniz bittiyse biraz da Dwight'la konuşun.
G: Dwight, tüm bu hikayeler doğru mu?
Howard aklınca ironi yaparak şöyle diyor: Dave Ping'in oraya attığı hikayeler doğru... Saçmalamayın beyler.
G: Stan az önce doğru olduğunu söyledi.
Howard: Neymiş doğru olan?
G: Stan, onu kovdurmak istediğini söyledi.
Howard: Ben mi böyle söyledim?
G: Hayır, Stan böyle söyledi.
Howard: Kime söylemişim?
G: Bilmiyorum. Ben sadece...
Howard: Ben sizlere soruyorum. Çünkü sizin başka kaynaklarınız var.(3)
G: Koçun yönetimden duymuş.
Howard: Ben hiçbir şey duymadım...
Bundan sonra Howard tamamen dağılıyor ve ağzında klişe laflar geveleyip ortamdan uzaklaşıyor: "şampiyonluk kazanmalıyız, galibiyet istiyoruz, dünya barışını tesis etmeliyiz..." Şu sıralar herkes kendisiyle dalga geçiyor. Bana çok da fazla söyleyecek söz kalmadı zaten. Ne diyeyim, Ahmet Çakar moduna geçip huzurlarınızdan ayrılıyorum; Dwight adamsa Orlando'yu şampiyon yapsın.
(1)Final maçlarının son saniyelerinde serbest atış kaçırmak bir Magic geleneği. 95 Finalleri'nin ilk maçında Nick Anderson üst üste 4 serbest atış kaçırmış ve Hakeem'in sürüklediği Rockets Magic'i süpürmüştü. 2009'da ise Dwight iki serbest atış kaçırınca maç uzatmaya gitti ve Lakers 3-1 öne geçti. Sonrası malum.
(2)Dwight Howard'ın koçu kovdurmak istemesi ayıp. Stan van Gundy'nin bunu gazetecilerle paylaşması yanlış. Fakat Otis Smith'in yaptığı bambaşkaymış. 2 sezondur Howard'ı gönderen adam olmak istemediği için kendisine önerilen Gasol, Bynum, Amar'e, Carmelo, D-Will gibi teklifleri reddetti ve kanserin büyümesine izin verdi. "Kırmızı teli mi söksem, mavi teli mi koparsam" diye beklerken bomba elinde patlayan bir güvenlik uzmanına benzetiyorum Smith'i. Hakkında küçük bir not daha ekleyeyim: Finaller'e uzanan kadorunun en önemli oyuncularından Hido ile sözleşme yenilememiş, pas trafiğinin bir parçası olmaktan çok topu eline isteyen Vince Carter ile anlaşıp Orlando'nun hücum şablonlarını felç etmişti. Üstelik Hido'nun kariyeri düşüşe geçince korkunç bir açıklama yaptı: "Üstümüze doğru bir kurşun geliyormuş, son anda eğilmişiz."
(3)Tam bu noktada abuk subuk mimiklerle komiklik yapmaya çalışıyor. Orada olsam suratına bir tokat atıp yakasına yapışmak ve "yalan söylediğin ortaya çıktı gerizekalı" diye haykırmak isterdim. İyi ki orada değilmişim. Polisler beni yaka paça karakola sürüklerken, "yalan söylüyorsun, yalan" diye bağırmaya devam edecek ve parlak bir white boy olduğum için hapiste tecavüze uğrayacaktım.
No comments:
Post a Comment